Hayır.

ABD’nin Afganistan’ı işgal etmesindeki hedef SSCB dağıldıktan sonra kendisini dünyanın tek gücü olarak görüp tüm dünyayı ele geçirecek şekilde jeopolitik olarak dünya adasının merkezi yani kalpgah’ı olarak nitelendirilen orta Asya’ya girmekti. Böylece o dönemde ekonomik olarak büyüyen ancak henüz ABD’ye rakip olmayan Çin’in enerji kaynaklarına ulaşmasını engellemek ve ekonomik büyümesini durdurmak, o dönem henüz kendisini toparlayamamış olan Rusya ve Çin’in bir şekilde aralarına girerek ileride muhtemel bir birlikteliklerini engellemekti.  Bu bölgenin o dönemde en uygun giriş kapısı da Afganistan’dı. O nedenle Afganistan işgal edildi. Bu karar ABD için jeopolitik olarak doğru ancak stratejik olarak yanlış idi. Malum strateji eldeki imkanlarla hedefe ulaşma sanatıdır.

Ancak ABD’nin imkanları bu hedefe ulaşmaya yeterli değildi. Çünkü ABD bütün büyük güçlerin yaptığı hataya düştü ve gücünü tek bir noktada teksif edip sıklet merkezi yani ağırlık merkezi oluşturmak yerine aynı anda çok fazla yerde angajmana girerek bir an önce dünya hakimiyetini elde etmeye çalıştı. Afganistan’a ilave olarak 2003 yılındaki Irak’ın işgali de bu hedefe (bir an önce dünya hakimiyeti)  ulaşma stratejisinin bir parçasıydı.

Ancak işler planlandığı gibi gitmedi. Zaten mümkün de değildi. Çünkü ABD’nin birkaç cephede jeopolitik kırılma yaratacak gücü yoktu. Gücünün bir kısmı Irak’ta boşa harcandı. Eridi. Diğer taraftan orta Asya’da istediklerini elde etmek için ilk aşamada doğru adımlar attı. Örneğin Kırgızistan ve Özbekistan’da üsler elde etti ve oralara ayak bastı. Ayrıca kanaatimce Türkiye’deki FETÖ yapılanması da bu dünya hakimiyetine katkı sağlamak için oluşturulmuştu.

FETÖ İslamiyet, din, güzel eğitim…vs. söylemleriyle orta Asya’da yumuşak bir güç olacak bu da ABD’nin işlerini hem orta Asya’da hem de Türkiye dahil diğer Müslüman coğrafyasında işleri kolaylaştıracaktı. Irak’ta ve diğer bölgelerde işin çok uzun sürmesi, Türkiye’nin ve İran’ın sıkı durması Irak’ta başarıyı engelledi. Bu durum Afganistan’a yeteri kadar önem verememesine ve Afganistan’ın çok pahalıya sebep olmasına yol açtı. Oysa ki o dönemde ABD’nin dünya hakimiyeti için ağırlık merkezi Afganistan olmalıydı. Irak 2003 yılında işgal edilmese ve tüm gücüyle Afganistan’a yüklense muhtemelen 2005-2010 civarında Afganistan kontrol altına alınır, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan ve hatta Türkmenistan Rusya’dan kopartılarak ABD yanına çekilebilirdi. Hatta henüz Rusya daha tam güçlenmemişken Orta Asya’da çıkartılacak özgürlük hareketleriyle Rusya tamamen parçalanabilir ve Rusya’nın Doğu’da pasifik ile bağlantısı kesilebilirdi.

Ayrıca Uygur hareketine bağımsızlık kazandırılarak Çin hem doğuda Pasifik’te hem de batı da Asya’da kıskaca alınabilirdi. Ancak ABD’de iktidara gelen neo-con’ların jeopolitik aklının ve stratejik düşüncesinin kısır kalması nedeniyle bu öncelikler görülemedi. ABD hatalı bir öncelikle ağırlığı Akdeniz’e verdi ve Büyük Ortadoğu Projesi başlatıldı. Amaç Akdeniz ve İran körfezini ele geçirerek deniz ticareti engellemek böylece denizlerde hakim olacak şekilde başka diğer güçlerin gelişmesini engellemekti. Bir kıta devleti olan ve etrafı denizlerle çevrili plan ABD için jeopolitik akıl öncelikle denizci mentaliteyi öne çıkarıyordu.

Ancak, jeopolitik bir bütünler. Tek bir unsura bağlı değildir.

Nitekim öyle de oldu. Karadan Rusya ile bağlantıları ve Rusya’nın onlara kolayca ulaşabilmeleri sayesinde sayesinde orta Asya ülkelerinde ABD istediği etkileri sağlayamadı. Çünkü sadece Afganistan’ı işgal ederek o ülkelere yeteri kadar ekonomik girdi sağlayamadı ve o ülkelerin kalbine ve gönlüne hitap edemedi (Hearths and minds). Rusya’nın da Putin sayesinde izlediği akıllı politikalarla ABD orta Asya’dan kovuldu. Kırgızistan’da darbe yapmaya çalıştı. Başarılı olamadı. Özbekistan’a girmeye çalıştı olmadı. Sonunda orta Asya ülkelerinin tamamıyla organik bağlantısı kesildi. Diğer taraftan denizden kuşatılan Çin, bir kuşak bir yol projesi ile karadan ABD kuşatılmışlığını yarmayı başardı. Çin demiryolları ile Avrupa’ya ulaşmayı başardı. ABD bu hattaki ara noktalarda yer alamadığı için Türkiye’ye kadar bu projeyi tamamen engelleyemedi.

Sonunda ABD için Afganistan da bulunmak yük olmaya başladı. Hem jeopolitik hedeflerine ulaşamadı Afganistan’ı işgal ederek hem de Rusya ve Çin’in akıllı politikalarla süratle ilerlemesi karşısında bu sefer ana kıtada kendisini tehdit altında hissetmeye başladı.

Çin Güney Çin denizinde ve Pasifik’te ABD’yi tehdit etmeye başladı. Rusya Kuzey Kutbunu ele geçirmeye ve tam hakim olmaya başladı. Bunu gören ABD mecburen Afganistan’dan çıkma kararı aldı. Aksi taktirde jeopolitik olarak hasımlarını çevrelemek için başlattığı Afganistan faaliyeti sonunda gücünü buraya yoğunlaştırdığı için kendi ana kıtasında çevrilme tehdidiyle baş başa kaldı. Çin Pasifikten, Rusya Kuzey Buz denizinden ABD’yi çevrelemeye ve ana kıtasını tehdit etmeye başladı. Diğer taraftan Kuzey kutbunda buzulların erimesi ticaret için farklı bir rota ortaya çıkarmaya başladı.

Bu rota Avrupa’dan Ümit burnu vasıtasıyla Çin’e olan deniz rotasını 6000 NM, Avrupa’dan Süveyş kanalı vasıtasıyla Çin’e olan mesafeyi ise yaklaşık 3000NM kısaltıyor. Yani Avrupa’dan Çin’e Ümit Burnu vasıtasıyla rota %40, Süveyş Kanalı vasıtasıyla %27 kısalıyor. Bugün için bu rota Mart-Ekim ayları arasında rahatlıkla kullanılabilir durumda. Gün geçtikçe küresel ısınma nedeniyle bu süre daha da artmaya başlıyor. Kuzey kutbunun tam hakimi ise bugün Rusya. İşte bu jeopolitik resim sonucunda ABD Afganistan’dan çekilme kararı aldı.

Çekilme için Taliban ile de görüşüldü. Ama bu görüşme Afganistan’ı Taliban’a bırakalım. Orada Taliban bizim adımıza rakiplerimize kaos oluştursun. Planlı bir kaos olsun için yapılmadı. ABD çekilme esnasında Taliban’ın bir saldırı yapmaması ve asker kaybı yaşamamak için Taliban’la anlaştı. Zira çekilme çok zor bir askeri harekattır. Harekât kabiliyetiniz düşer ve saldırıya son derece hassas hale gelirsiniz. Taliban’da buna ses çıkarmadı.

Madem ABD çekiliyor bu bizim buralarda en azından rahat olacağımız ve üzerimize uçaklarla saldırı olmayacak düşüncesinde olduğu için buna razı oldu. Zaten geri çekilen bir orduya saldırıp daha fazla asker öldürmek size de fayda sağlamaz. Zaten çekiliyorlar. Saldırsanız siz de kayıp verirsiniz.

O zaman gücünüzü muhafaza etmek için saldırmaya gerek yok.

ABD’nin planı Afganistan kendi hazırladığı Afgan ordusu ve hükümetine bırakmaktı. Kendi silahlarını onlara verdi. Paralarını verdi. Her şeyi tam yaptığını düşünüyordu. ABD’ye göre Taliban Afgan ordusu için bir tehditti ama küçük çarpışmalar olsa da tamamen Afgan ordusu duruma hakim olurdu. ABD kendi içerisindeki karmaşayı halledene kadar Afgan ordusu ABD’nin hâkimiyetinde kalır Rusya ve Çin’i de bu bölgeden uzak tutardı. Eğer ABD Afganistan’ı bir güce teslim etmek isteseydi o da Afgan hükümeti, Eşref Gani ve kendi adamlarından oluşturduğu Afgan ordusu olurdu. Onlara trilyon dolarlar yatırım yaptı.

Ancak kurumlara değil de insanlara yatırım yaptığını anlayamadı. ABD’nin Biden’ın verdiği yanlış kararlar nedeniyle içeride çok sıkıştığını gören Çin kanaatimce Afgan ordusunun elemanlarını satın aldı ve henüz ABD’nin toparlanmasına fırsat vermeden Taliban’ın tüm ülkeyi ele geçirmesini sağladı. Taliban isteseydi rahat rahat ABD’nin çekilmesini beklerdi. Ancak o zamanda ABD destekli Afgan ordusunun toparlanmasına fırsat vermiş olacaktı.

Çin bu karmaşa da ve ortaya çıkan boşlukta Afgan ordusunu süratle satın alarak kanaatimce bir “Başarıdan Faydalanma Harekâtı “gerçekleştirdi. Zaten ordu da satın alındığı için Taliban Çin’in desteğiyle süratle savaşmadan tüm Afganistan’ı ele geçirdi. Bu da ABD ve batı için tam bir sürpriz oldu. Ama bunu beklemek lazımdı. ABD her zaman bunu kendisi yapardı ama başkalarının da yapabileceğine inanmadı. Nitekim 2003 yılında Irak’ı 3 hafta gibi bir zamanda (Irak ordusunun komutanlarını önceden satın aldığı için) savaşmadan ele geçirmişti.

Bu tam bir Sun Tzu tekniğidir. Sun Tzu der ki “önemli olan düşmanı savaşmadan yenmektir”. Çin de sonuçta Sun Tzu kültüründen geliyor. Ayrıca birkaç yıl önce Myanmar’da askeri darbe yaptırarak bu olayları öğrenmeye başladı.

ABD kaos yaratmak istemezdi. ABD’nin isteği kaos yaratarak hasımlarının buraya odaklanmasını sağlamak yerine Afganistan’da istikrar oluşturarak Afgan hükümeti sayesinde hasımlarını buraya hiç sokmamaktı. Nihayetinde ABD Afganistan bulunduğu sürece geçici de olsa hasımlarının bu bölgeden uzak tutmuştu.

Eğer ABD Afganistan işgal etmemiş olsaydı muhtemelen Çin’in bir kuşak bir yol projesi 2010’lu yıllarda hayata geçer, Rusya 2010 yılından önce Çin ile yakınlaşmaya başlardı. Büyük ihtimalle Rusya ve Çin İran körfezinde ABD’yi sıkıştırmaya başlarlardı. Dolayısıyla işgal ABD’ye jeopolitik hedeflerini getirmedi ancak geçici de olsa hasımlarını bu bölgeden uzak tuttu. Diğer taraftan ABD Çin ve Taliban ilişkisinden ve yakınlığından pekâlâ haberdar.

Taliban, Pakistan ve Çin bir bütün halinde. Nasıl olur da Taliban’a güvenebilir ki Çin’e karşı. Taliban’a güvenebilecek kadar ve onu kontrol edebilecek kadar güçlü olsaydı ABD, Taliban’ın Afgan ordusuna saldırmasını ve Afganistan’ı ele geçirmesini engeller, Taliban’ı kendi hedeflerine zarar vermeden sadece Rusya ve Çin’e karşı kullanırdı.

Dolayısıyla Taliban’ı kontrol altında tutarak bir kaosu planlama gücü yok ABD’nin. Gücü olsaydı kaosu değil istikrarı planlardı. Böylece ne dışarda ne de içerde bu duruma düşmezdi.

Diğer taraftan Taliban DAEŞ değil. DAEŞ ABD ve İsrail tarafından amaçlarına ulaşmak için araç olarak oluşturulmuştu. Ama Taliban yıllardan beri ABD’ye karşı ve Çin tarafından kontrol ediliyor. Bu nedenle bu ikisini karıştırmamak lazım.

ABD her fanatik İslamcı örgütü kontrol etmek ister. Ancak, ABD’nin 1990’lı yıllarda ortaya attığı ve dünya hakimiyetini ele geçirmek için söylediği Medeniyetler Çatışması tezi çoktan tarihe gömüldü. Medeniyetler çatışmasına göre hedef Asya ve Orta doğu idi. Bu kapsamda amaç İslami ülkeler idi. Bunun için de El Kaide, DAEŞ gibi kendi kontrolünde olan unsurlar kullanıldı. Ama bu tez çökünce bu sefer Taliban gibi örgütler kendi rakiplerinin eline geçti.

Artık ABD için hedef Rusya ve Çin. ABD elindeki araçları da kaybetmeye başlıyor. Dolayısıyla görüşmeler yapılsa da veya belirli bir bölümünü kontrol etmek istese de Taliban tamamen ABD’nin kontrolünde değil. Bir de Çin gerçeği var. Benzer şekilde ABD planlı bir kaos yapsa Çin ve Rusya bunu göremeyecek kadar vizyonsuz değil. Ne Çin ne de Rusya buraya ABD’nin arzu ettiği şekilde angaje olup güçlerini heba etmezler.

Bugün Çin için jeopolitik ağrılık merkezi Güney Çin Denizi ve Pasifik, Rusya için ise Kuzey Kutbudur. Bu kapsamda Çin ve Rusya’nın Afganistan da ki olaylara karşı sakin kalacağını, Taliban ile çalışacağını ve istikrarı bozacak şekilde karşıt güçlere de çok sıcak bakmayacağını düşünüyorum. Taliban değerleriyle uyuşmasalar da Çin ve Rusya Politik açısından böyle davranır diye öngörüyorum. Diğer taraftan Taliban sorun yaşarsa Kuzey ittifakına Rusya’nın destek vererek kuzey bölgeyi emniyetli hale getireceğini ve gerekirse ülkenin birkaç parçaya bölünmesine onay vereceğini düşünüyorum. Bu durumda artık Afganistan’da istikrarı isteyen Çin ve Rusya, istikrarsızlık isteyen batı ve ABD olacak. Buna karşın Batı’nın yine de Taliban ile çalışmaya devam edeceğini düşünüyorum. İngiltere zaten bunu söyledi. AB tanıma olmayacak ama operatif düzeyde görüşmeler yapılabilir dedi.

Bu da batının uydurduğu bir terim. Operatif Birliktelik. Hem bizim değerlerimiz var tanımıyoruz diyeceksiniz hem de operatif birliktelik diyeceksiniz. Taliban’ın gözüne girmek için İngiltere’nin yaptığı gibi ön alıp açıklama yapacaksınız, her gün görüşeceksiniz, mal satacaksınız, para kazanacaksınız sonra da diyeceksiniz ki tanımıyoruz.

Onlarla iş yaptıktan tanınsanız ne olur, tanımasanız ne olur.

Bence burada bizim için de benzer bir yol izlenmeli. Cumhurbaşkanı Taliban lideri ile görüşebilirim dedi. Türkiye’de gündem bu. Görüşmeli mi görüşmemeli mi diye. Bence gündem bu olmamalı. Taliban Çin ile görüşüyor, Rusya ile görüşüyor herkes ile görüşüyor. Moskova’da Putin kapalı kapılar ardında görüşmedi mi sanıyorsunuz. Onlar görüşünce normal oluyor da biz görüşünce neden sorun olsun. Ayrıca görüşmek demek Taliban’ın yönetim biçimini veya ahlaki yaklaşımını benimsemek demek değildir. Nitekim Trump’da ABD’nin Şer Üçgeni dediği, terör devleti ilan ettiği Kuzey Kore lideri ile görüştü.

Bu ABD’nin ve başkanının Kuzey Kore’yi tasdik ettiği anlamına gelmedi. Dolayısıyla bence bizde gündem görüşme, görüşmeme meselesinden ziyade Taliban ile bu süreci biz nasıl götüreceğiz olmalı. Görüşme görüşmeme bence önemli bir konu değil.

Ama Taliban ile ilişkilerimiz olmalı ve isteklerimiz ve hedeflerimiz konusunda biz de “operatif” şekilde çalışabilmeliyiz. Bizim için en önemli konu Kabil havalimanın işletilmesi ve öyle ya da böyle kalmak olmalı ve kalmalıyız. Çıkarsak bir daha giremeyiz.

Havalimanının işletilmesi ne demek?

Havalimanının işletilmesi konuşunca birçok insan pasaport işlemlerinin yapılması veya tel örgülerle havalimanının fiziki emniyetinin sağlanması zannediyor. Hatta havacılık ve askerlik bilgisi yetersiz olanlar bunu havalimanında kantin işletmek sanıyor.

Havalimanı otobüs terminali değildir. Bunu otobüs terminalini küçümsemek için aradaki farkı anlatmak için söylüyorum. Otobüs terminali 2 boyutlu çalışır. Havalimanı 3 boyutlu çalışır. Yani otobüs terminalinde araçlar sadece ileri geri veya sağa sola yani x ve y eksenlerinde hareket ederler. Havalimanında ise uçaklar 3 boyutlu eksende hareket eder. İleri, sağa sola gidebildikleri gibi aşağı yukarı da gidebilirler.

Bu durum havalimanlarını diğer yolcu istasyonlarından ayırır.

Havalimanının bir kara tarafı vardır bir de hava tarafı. Kara tarafı genelde herkesin bildiği, check -in ve pasaport işlemlerinin ve kafelerin olduğu taraftır. Buralar halka açıktır. Ancak asıl önemli taraf ise hava tarafıdır. Hava tarafı pistlerin, apronun, uçakların ve seyrüsefer ve yaklaşma cihazlarının olduğu taraftır. Bu bölgelere herkes giremez. Özel yetkili personel girebilir.

Hava limanında uçakları ilk önce 100km civarından tespit eden radar cihazları karşılar. Bunlar ASR (Air Surveillance Radar) radarlarıdır. Cihaz başındaki ATC (Air Traffic Kontroller) yani hava trafik kontrolörü bu radardan uçağı tespit ettikten sonra hangi yaklaşma ile nereden ve nasıl yaklaşacağına karar verir ve daha önceden çizilmiş STAR (Standard Arrival) yani standart yaklaşma usullerinden birisine karar verir ve uçağı devamlı olarak kontrol eder.

Uçak meydana yaklaşınca meydan ve civarını kontrol eden başka bir radara ve personele devreder. Bu kontrolör ise meydan civarını kontrol eder ve uçağı pist civarına kadar getirir. Takiben uçağa piste nasıl bir yaklaşma ile yaklaştıracaksa o cihazın sinyallerini alacak şekilde uçağı yönlendirir. Daha sonra uçak hassas yaklaşma yapacak şekilde ILS (Instrument Landing System) yani aletli yaklaşma sistemi veya VOR sistemi vasıtasıyla piste yaklaşır. Bu bölümde ise kulede görevli personel görev alır. Yani bilinen aksine uçağı hep kule yönetmez. Kule sadece iniş kalkış bölümünü yönetir. Diğer bölümlerde hep başka personel vardır. İndikten sonra ise yer kontrol uçağı nereye park edilmesi gerekiyorsa oraya yönlendirir.

Bu süreçte uçakların birbirleri arasındaki mesafe ve irtifa farkları, hava durumu, cihazları faal olması ve hata oranları, yerdeki ayrımları, meteoroloji bilgileri gibi son derece hassas ve uzmanlık gerektiren birçok görev icra edilir. İşte havaalanı işletmek demek bu faaliyetleri kusursuz ve aksaksız bir şekilde yapmak demektir. Yoksa fiziki olarak havaalanı tel örgülerini beklemek veya kantin işletmek değildir. Bu da son derece eğitimli ve bilgili personeli zorunlu kılar. Bir havaalanının 24 saat ve her hava koşulunda işletilmesi için en azından 100-200 personele ihtiyaç vardır.

Kabil’deki havaalanı Türk personel tarafından işletilmekte. Bildiğim kadarıyla bu cihazların bir kısmı da Türkiye’ye ait ve Türkiye tarafından kuruldu. Dolayısıyla Türkiye şu anda oradan giderse Kabil’e uçak inemez. Taliban’ın ise bunu yapabilecek personeli yok.

Bunu yetiştirmek ise en az 2-3 yıl sürer. Bu nedenle havalimanı işletmek basit bir iş değildir. Çok zor bir iştir ve çok uzmanlık gerektirir. Türkiye’nin Kabil havaalanını işletmesi Taliban için de bir nimettir. Biz olmasak kim gelecek de orada bunları yapacak. Biz gidersek ve cihazları da götürürsek Kabil havalimanı biter. Bunu baştan yeniden hayata geçirmek de en az 2 yıl alır. Havaalanı işletmek kantin işletmek değildir.

Son olarak örgüt olmak başkadır, devlet olmak başkadır. Örgüt sadece kendini düşünür devlet herkesi.  Örgüt hiçbir sorumluluk almaz devletin sorumluluğu vardır.

Örgüt daldır, devlet ağaç. Köklere ihtiyaç duyar. Kökler yoksa toprağınız olsa da devlet olamazsınız. Bu kökler de insan gücü, ruh, ekonomi...vs.dir.  Bu nedenle Türkiye Afganistan ve Afganlılar için bir nimettir. İster Taliban’la ister talibansız.