Kadın  cinayetlerinin psikolojik boyutu 
 Münevver Karabulut, Özgecan Aslan, Emine Bulut, Şule Cet, Aleyna Çakır, Pınar Gültekin  Aylin Sözer geçmişten bugüne değişen sadece isimler oldu.  Kiminin son sözcüğü ölmek istemiyorum oldu, kimi son sözünü söyleyemeden vahşice katledildi. 

Kadın derneklerinin açıkladığı rapora göre 2020 yılında 300 kadın bir erkek tarafından öldürüldü 173 kadının ölümü ise şüpheli olarak açıklandı. Söz konusu rapora göre 300 kadının 97’si evli olduğu erkek, 54’ü birlikte olduğu erkek, 38’i  tanıdık birisi 21’i eskiden evli olduğu erkek, 18,i oğlu, 17,si babası, 15,i akrabası 5’i kardeşi 3’ü tanımadığı birisi tarafından öldürüldü. 

Kadın cinayetlerinin son yıllarda bu kadar artış göstermesinin ve giderek artmaya devam etmesinin  birçok toplumsal, ekonomik, psikolojik sosyolojik gibi  nedeni olmakla birlikte biz daha çok psikolojik  ve toplumsal boyutunu konuşacağız. Yapılan araştırmalara bakıldığında bu cinayetleri işleyen faillerin çoğunda anti sosyal kişilik bozukluğu, dürtü bozukluğu, kişilik bozuklukları gibi birtakım psikiyatrik rahatsızlığı olduğunu ortaya koyar ama aynı zamanda hiçbir psikiyatrik problemi olmayan faillerde de kadın cinayetleri oranı azımsanamayacak kadar farklıdır. Bütün bunlar aslında bireysel sorunlardan çok kültürel ve toplumsal bir sorun olduğunu gösteriyor. Buradan baktığımız zaman sorunların  kadınları çoğunlukla kontrol etmeye çalışan, kendisini sevmediğinde sevme hakkı vermeyen, kendisiyle yaşamadığında yaşama hakkı sağlamayan ve bu kontrolü sağlayamayınca onu öldürmeye varan bir şiddetten bahsedebiliriz. Bu durumu ele aldığımızda ise kadını kontrol etme zihniyetinin çok öncelerine dayandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ataerkil toplumlarda modernleşme ile beraber kadının iş hayatına girmesi , toplumsal yaşama daha sık katılımıyla paralel olduğu düşünülmektedir. Büyük şehirlerde kadın cinayetleri oranın fazlalığı ise bu tezi doğrulamaktadır. Kadının daha fazla kendi hayatını yönetebiliyor oluşu, kadının bireysel özgürlüğünü elde etmesi, erkeğin ise ataerkil düzeni sürdürmeye çalışıyor olması aradaki çatışmaların şiddetlenmesine yol açıyor. İsviçreli Ünlü psikyatrist Carl Gustav Jung’a göre evrimsel açıdan bilinçaltımızda bir çok arketip bulunur. Bu arketipler, yüzyıllardır süregelen kuşakların yaşadığı duruma verdiği tepkileredir. Örnekle açıklamak gerekirse bir aslandan hepimiz korkarız öyle değil mi ? işte bir aslan ile karşılaşmış olmasak bile bizim türümüz kuşaklardır aslanlara karşı korku beslemiştir. Yani arketiplerden yola çıkacak olursak kuşaklarıdır kadının toplumdaki yeri, kadına verilecek tepkiler bilinçaltımıza çoktan kodlanmıştır. Az önce yer verdiğim modernleşme ile ataerkil toplumda sıkışmışlık kadın cinayetlerine yol açıyor. Bu da  adeta cinayetlerin psikolojik faktörlerden çok sosyolojik faktörelere dayandığının bir kanıtıdır. Haliyle birkaç yılda çözülebilecek bir olgu değil  ama bu yapabileceğimiz olmadığı anlamına gelmiyor. Öncelikle dilimize pelesenk olmuş ‘’elinin hamuru ile erkek işine karışma’’ sakalım olsa sözüm dinlenir’’ ‘’ağustostan sonra ekilen darıdan, kocasından sonra kalkan karıdan hayır gelmez’’ ‘’saçı uzun aklı kısa’’ gibi cinsiyetçi sözleri  bir kenara bırakmak iyi bir başlangıç olabilir. Erkek çocuğuna paşa gibi davranmak kız işi adı altında mutfak işlerinden uzak tutmak, erkek çocuğuna sınırsız izinler verip kız çocuğunu kısıtlamak gibi pozitif ayrımcılığı gütmek ise son derece yanlış bir davranış örüntüsüdür. Bunların yerine toplumsal rollerin eşit olduğu benimsenmeli ve çocuklarımız bu şekilde yetişmesini toplumsal bir ödev olarak saymalıyız. Tüm dünyada kadın erkek diye ayırmadan İnsana insan olarak bakmayı başarabildiğimiz güzel günlerin umudu ile…