Her daim silkinmekte, her daim uyanık ve canlı olmakta fayda vardır. Yaşadığımız hayat, çok hızlı ve yoğun akıyor. Bazen kafamızı kaşıyacak, aynaya bakacak vakti bulamıyoruz, vakit bulmak bir yana aklımıza bile getirmiyoruz. Ve çok fazla düşünüyoruz. Hayatımız düşünmekle geçiyor.

Daha önceki yazılarda da bahsettiğim gibi; düşünmek çok faydalı ve sağlıklı bir eylem değildir. Tabi neye göre, kime göre? Şöyle söylemek daha doğru, kaygıları olan insanların düşünmeleri çoğu zaman sağlıklı sonuçlar vermez. 

Bunu biraz açmak lazım. Çok düşünüyoruz, öncesini, sonrasını, geleceği, geçmişi… çok fazla düşünüyoruz. Anda kalamıyoruz, geleceği düşünmek çoğu zaman kaygı getiriyor, geçmişi düşünmek ise özlem, hüzün, utanma, pişmanlık vs vb. Tabi ki her zaman olumsuz şeyleri düşünmüyoruz ama genel halimiz çok iç açıcı sayılmaz. Her şeyden önce çok stresli bir hayatımız var, bu stres bile tek başına olumsuz düşünme ve olumsuza meyletme sebebi.

Bu arada ben aslında bunlardan bahsetmek istemiyorum Sosyal fobik bireyler veya o seviyede olmasa bile özgüven sorunu yaşayan insanların en temel sorunlarından biri, farkında olma anlarının çok az olması. Daha önce de çokça yazdığım gibi dalıp gitmeleri.

Bu dalıp gitme olayı nedir? Şöyle, kendinizi yıllarca olumsuz, yetersiz, özgüvensiz, sessiz, sakin, ezik, çaresiz, güçsüz, güvensiz vs olarak tanımlamış durumdasınız. Tüm sosyal ilişki ve iletişimlerde hiçbir sinyale gerek olmaksızın az önce saydığım özelliklere sahip biri gibi davranışlar sergiliyorsunuz.

Yani o kişi oluveriyorsunuz, her zamanki kişi, her zamanki yetersiz kişi.
Yolda yürüyorsunuz, karşınıza bir anda okulun/işyerinin vs popüler adamı/kadını veya bir müşteriniz veya bir hocanız çıkıyor. Bu insanla iletişime girdiğiniz anda bir kalıba giriyorsunuz. Bir anda kamera kayıt diyor ve siz kameraya karşı performans sergilemeye başlıyorsunuz.

Bunun çok fazla farkında olmak zaten kasılmaya neden olur ama daha otomatik gelişen bir durumdan bahsediyorum. Bazen hiç kasılmasanız da, doğal/olağan bulduğunuz bir konuşma sırasında da muhatabınızın ve onun karşısındaki kendinizin zihninizdeki tanımına uygun bir kalıpta oluyorsunuz.

Ürkek, kendinden emin olmayan, taviz veren, olumlu geri bildirime muht-aç, hadi beni sevin, hadi benim karizmatik biri olduğumu düşünün, hadi benim sosyal biri olduğumu düşünün, hadi benim yeterli biri olduğumu düşünün diyen biri oluveriyorsunuz ve bu sarmala girdiğiniz anda, siz olmaktan çıkıyorsunuz.
Bakışları kendinden emin olmayan, her hareketi izleniyor ve değerlendiriliyor, her konuşması onay bekliyor modunda biri oluyorsunuz. Ve aslında bunun farkında olmuyorsunuz. Size hayatınızdaki rutin bir sosyal iletişim gibi geliyor bu. Normal geliyor, sizin normaliniz oluyor.

Belki o an bir heyecan, kasılma, olağan dışı bir kaygı vs yaşamıyorsunuz ama aslında sağlıklı ve kendiden emin bir iletişim de kuramıyorsunuz. Yani aslında daha az var oluyorsunuz, varlık gaspına maruz kalıyorsunuz.


Burada en önemli sorun farkında bile olmamak. Hayatın olağan, süre gelen akışı içerisinde değişim/gelişim/farkındalık motivasyonunun kaybolmasıdır. Değişim ve gelişim isteniyorsa, uyanık olma zorunluluğu vardır. Ve bazı somut davranışları da geliştirmek gerekir.

Öncelikle, dik durmak gerekir, burada fiziksel olarak dik durmaktan bahsediyorum. Ses tonuna dikkat etmek gerekir, mümkün olduğu kadar yüksek ve kendinden emin bir ses tonu ile konuşmak gerekir. Muhataplarınızla göz teması kurmak veya en azından göz teması kurma gereğini hatırda tutmak, bunun farkında olmak gerekir.

Çoğu zaman hatırlamadığınız, farkında olmadığınız için göz teması kurmazsınız. Bir insanın gözlerine fiziksel olarak hakim olması o kadar zor değil, yani hatırında ve farkında olursanız göz teması kurarsınız.

Duruşunuz diri olmalı, farkında olmasanız da bezgin, halsiz, bıkmış bir duruş sergiliyor olabilirsiniz.
Ama asıl önemli olan zihinsel olarak da diri olmak.

Bir kere bu kabullenmiş ve farkında olmayan ruh hali ile muhatabınıza hep o zayıf sinyalleri göndermeye devam edersiniz. Zihniniz de otomatik olarak, devamlı olumlu geri bildirim peşinde koşan, beğeni krizine girmiş, şefkatle okşanmak isteyen bir çocuk gibi tepkiler üretmeye başlar.

Burada bazı sınırların altını çizmek gerekiyor


Bir yandan size olumlu bir imaj sergileme yönünde tavsiyeler verirken diğer yandan olumlu bir imaj beklentisi içinde olmamayı tavsiye ediyorum… gibi bir görüntü ortaya çıkıyor. Ama aslında birbiri ile çelişen iki tavsiye  değil bunlar.

Duruş ve düşünme hatalarımızın farkında olup, her an  hatalı ve kaybettiren düşünme ve davranış biçimlerimize karşı zihinsel ve fiziksel bazı tedaviler uyguluyoruz. İletişim anında ve sosyal arenada ise benliğimize saygı duyup, karşımızdakinin kölesi olmaktan sıyrılıyoruz.

Yani her iki taktik/tedavi  öncelik ve sonralık anlamında farklı zaman ve anlarda uygulanıyor….
Bir başkası ile diyalog kurarken, bir topluluğun önündeyken, kendinizi insanların düşüncelerine kaptırıp gitmeyin. Farkında olmadan, hep onay alacak davranışları sergileme (onay alacak cümleleri kurma, yeterli görünme, zeki görünme, çalışkan görünme, özverili görünme, cömert görünme) motivasyonu içerisinde olursunuz.

Mesela patronunuzla konuşurken, sizin çok çalışkan bir çalışan olduğunuzu düşünmesi motivasyonu içine girerseniz, farkında bile olmadan doğallıktan uzaklaşırsınız, risksiz ve tekdüze konuşma ve hareketler sergilersiniz, vücut diliniz esnekliğiniz kaybeder, zihinsel ve bazen de fiziksel bir kasılma yaşarsınız.

Ve hiç farkında olmadan, isteğinizin tam aksi bir görüntü çizersiniz veya sinyaller gönderirsiniz. Karşınızdaki, onaylanmaya aç, zayıf, baskı altında bir benlik olduğunuzu hisseder. Sonuçta insanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa, benlikler de sinyalleşe sinyalleşe anlaşır 

Bu bir hissetme halidir, hissettirirsiniz, hisseder.


Karşınızdakini dinlerken, sanki az sonra onun anlattıklarından sözlü olacakmışsınız gibi dikkatle dinleyin. Bu sizi hem asıl konuya yoğunlaştırır, hem abuk subuk düşüncelerden uzaklaştırır, hem de karşınızdaki ile göz teması kurmanıza yardımcı olur.

Daha önce de yazdığım gibi mümkün olduğu kadar yüksek bir sesle konuşun. Bu her zaman kendinden emin bir insan davranışıdır. Çok fazla açıklama yapma gereği duymayın, bu da kendinden emin bir insan davranışıdır.

Nedeni, niçini boş verin sadece dediklerimi yapın, bu bir emirdir Duruşunuz, oturuşunuz dik olsun. (sinyalleşme mevzuu Arada sorular sorun, muhatabınıza katıldığınızı gösteren onaylama cümleleri veya kafa hareketleri yapın.

Rol de yapabilirsiniz, kendinden emin olan bir adam rolü de yapabilirsiniz. Bu aslında istemeden içine girdiğiniz ezik adam/madam rolünün bir alternatifidir ve gerçekçi olanıdır. Yani sizi dürüstlükten uzaklaştırmıyorum. Bir de bu yazıyı en az haftada bir kez okuyun.


Ayakları üstünde durabilen, kendi gibi olabilen, özgüven sahibi bir birey olmak sizin gerçeğinizdir. Sizi böyle biri olmaktan uzak tutan ise iç dünyanızdaki, hastalıklı kabullenmelerdir. Özgüven sorunu yaşayan kişiyi, onay beklentisi içerisinde olmak, onaylanmayan biri olmaya dönüştürüyor. Sorun burada.

Yani özgür ve kendinden emin bir birey olamazsanız, başkalarının onayına bağımlı bir köle olursunuz. Ve aslında olmuş durumdasınız. Bu durumda ortada bir hastalık/sorun var demektir. Ve burada yazılan bazı taktik ve tavsiyeler ise ilaç/tedavi olarak görülmelidir. Sizin ilacınız, kendinize yakışan, gerçekçi ve sağlam bir duruş sergilemenize engel olan kırığı alçıya alıp, kaynamasını sağlamaktır.