REFORM HABER - Akşener'in satırbaşları ise şöyle: 

"Lafa geldi mi, yerli ve millî olduğunu söyleyen bu iktidarın işi gücü, yabancılara kazandırmak. Kendi çiftçisi zor durumdayken, elin çiftçisini zengin eden de bunlar, Kendi yetiştiricisi perişanken, angus alıp başka ülkeleri zengin eden de bunlar. Kendi şeker fabrikalarını, yok pahasına satıp, stratejik bir ürünü, gayrı millî hâle getiren de bunlar, Yeni Amerikan Başkanı’na şirin görünmek için, Cargill’in şekerindeki zehir miktarını artıran da bunlar. Biliyorsunuz, Amerikan Cargill şirketi, 3 yıldır ısrar ediyordu. Nişasta Bazlı Şeker kotasının artırılmasını istiyordu. Başta biz olmak üzere, birçok kişi ve kurum karşı çıktık.

Neden? Çünkü, NBŞ dediğiniz Amerikan mısırından üretiliyor. Bizde ne var? Şeker pancarı. Yani isteniyor ki, Türk’ün pancar şekeri değil, Amerikalı’nın mısır şurubu kullanılsın. Yani isteniyor ki, Türk çiftçisi kaybetsin, Amerikan çiftçisi kazansın.

Sonunda ne oldu? Bir gecede yönetmelik değişti, ve NBŞ kotası, yüzde 2 buçuktan, yüzde 5'e çıkartıldı.

Önce şeker fabrikalarımızı yok pahasına sattılar, şimdi de NBŞ kotasını artırarak, çocuklarımızın sağlığını satıyorlar. Cargill’den hem mısır şurubu, hem de tarım bakanı ithal eden bu ucube sistemin, ve onun arkasındaki bu çarpık zihniyetin özeti işte budur. Bu çarpık zihniyet, ne milletini düşünür, ne de çocuklarının sağlığını düşünür. Bu çarpık zihniyet, işine geldiği sürece yerli, koltuk tehlikeye girene kadar da millidir. Bu kadar basit. Siz sakın ola, Sayın Erdoğan’ın “Yerli ve Millî” nutuklarına inanmayın. Yerlilik ve millîlik, önce insanın yüreğinde olur. Önce aklında, önce fikrinde, önce zihniyetinde olur. Bunlarınki gibi, sadece sözde olmaz. Çünkü yerli ve milli olmak, tutarlılık ister. Her durumda önce millet, önce memleket diyebilmek ister. Şahsını milletinin önüne koyanlardan, yerli de olmaz, milli de olmaz. Nitekim, sözüm ona, ultra “Millî” olan bu arkadaşlar, son olarak, bir başka utanmazlığa daha imza attılar.

Çin’in, Uygur kardeşlerimize uyguladığı soykırım karşısında sergiledikleri, utanç verici pısırıklıkları yetmemiş gibi; şimdi de, Dünya Uygur Kongresi Başkanı, Dolkun İsa’nın, ikinci vatanım dediği, Türkiye’ye girişine izin vermediler. İşte size Sayın Erdoğan ve ortaklarının dillere destan yerliliği ve millîği. İşte size, yoluna baş koyduğu İhvan kadar yerli Sayın Erdoğan ile, tehditçi Çin elçisi kadar milli ortakları."

''Çiftçilerimizin, esnafımızın durumu perişan''

"Artık bu zihniyeti tanıyoruz. Bu vicdansızlığı biliyoruz. Milletin güvenini suistimal eden bu iktidarın Türkiye'ye verecek hiçbir şeyi kalmadı. Geçtiğimiz hafta Karabük'teydim. Pazartesi günü ise Niğde'ye gittim. Çiftçilerimizin, esnafımızın durumu perişan. Safranbolu'da lokantacı bir kardeşim, 'Müşteri yok, biz nasıl geçineceğiz' diyor. Kahveci kardeşlerim, 'Açız' diye pankart açtılar."

''Yerel basına vefa borcum var''

"Yerel basınımızın, internet sitelerinin durumu perişan. Onlara söz verdim. Arkadaşlarımızın dertlerini çözeceğiz. Benim şahsi olarak yerel basın mensuplarına büyük bir vefa borcum var. 1997'den itibaren, bugün olduğu gibi otoritere, vesayete, millete rağmen iş görmeye kalkışanlara itirazı olan Meral Akşener ve Akşener'in benzediği siyasilerin -büyüklerimden bahsediyorum- bize müthiş bir karartma uygulanmıştı. Büyük medyanın, yaygın medyanın derin bir karartması ile karşılaşmıştır. Gittiğim her şehirde, gittiğim her ilçede yerel medya ile, onlarla irtibat kurarak onların desteği ile bir dönemi geçirdik. Kişisel olarak hem de bilgi olarak bu arkadaşlarımıza derin bir vefa borcum vardır."

"'Kasabın yolunu unuttuk' diyorlar"

"Ulukışla'da bir manav kardeşim 'Destek için başvuruyoruz bırakın desteği, başvurumuz bile onaylanmıyor' dedi. 'Kasabın yolunu unuttuk' diyorlar. 1.5 senede haftada bir gün et alıyorum diyenden, ayda bir et alabiliyorum diyene düşmüş. Ayda bir ete döndük ama onu da tavuk olarak alıyorum diyene... Et satın alma konusunda ilçelerimizde durumun perişan olduğunu bu sürede gözlerimizle gördük, kulaklarımızla duyduk. Saray'da oturanlar anlamazlar." 

''Bir taraf aç, bir taraf beş maaş''

"1700 emekli maaşı bağlandı diyor. Bir ülkede 1500, 1600,1800, 2400 liralık SSK ve Bağkur emekliliği farkı olabilir mi? 1500,1600 lira emekli maaşı alan bir insan nasıl geçinebilir? Evi kendisinin olsa bile geçinemez, aç kalır. Bir taraf aç, bir taraf beş maaş."

"Milletimizin çilesine daha ne kadar sessiz kalacaksın?"

"Sayın Erdoğan, sen kafanı kuma gömmek istesen de bu dertlerin hepsi gerçek, notlarımızı alıyor, çözümleri için çalışıyoruz. İlk sandıkta seni gönderip hepsiyle biz ilgileneceğiz, biz. Bu sırada sen sarayında sefa sürerken milletimizin feryadı her geçen gün artıyor. Vatandaşımız dertli, zor şartlarda devletlerini yanında görmek istiyorlar. İktidarın yaptığı tüm abuklukları, alengirli işleri, insanları perperişan bırakmalarını devletin yalnız bırakmaları olarak görüyorlar. Bu insanları daha ne kadar duymamazlıktan göreceksin, Sayın Erdoğan? Milletimizin çilesine daha ne kadar sessiz kalacaksın? Yazıktır."

İBB'de yolsuzluk 

"Elimizi nereye atsak, kötü kokular yükseliyor, Gözümüzü nereye çevirsek, bir dümen almış başını gidiyor. İBB'de geçmiş dönemde yaşanan AK Parti için küçük, milletimiz için büyük bir yolsuzluktan bahsetmek istiyorum. Vatan Caddesi'nde belediyeye ait olan bir yeşil alan bir firmaya beş milyon liraya satılıyor. Bir düzenleme ile yeşil alan olmaktan çıkarılıp imara açılıyor, böylece fiyatı katlanıyor. Bir süre sonra aynı arsayı, aynı İBB 430 milyon liraya geri alıyor. Böyle bir şey mantık, akıl, yürek neresi alır burayı? İki kalem oynatma ile oynatılan bu rezaletle milletin belediyesi yani milletin ta kendisi 425 milyon zarara uğratılıyor. Bitiyor mu? Bitmiyor. Aynı arsa tekrar yeşil alan oluyor ve bugünkü piyasa değerine göre fiyatı 90 milyon lira oluyor. Şu yüzsüzlüğe, soyguna bakar mısınız? 

Durum ortaya çıkınca Millet İttifakı'nın büyükşehir belediyesi hemen suç duyurusunda bulundu. Milletimizin helal parasının, haram düzenin yandaşlarının cebine girmesine müsaade etmeyeceğiz."

Müsilaj tehlikesi 

AK Parti iktidarı, Türkiye'yi her alanda beladan belaya savururken biliyorsunuz Marmara Denizi de bir felaketle boğuşuyor. Müsilaj adı verilen deniz salyası, Marmara'daki deniz yaşamını ve kıyılarımızı tehdit ediyor. Bu bela yeni değil, 2007 yılında da ortaya çıktı. Ancak 2 yılda temizlenebildi. 2020 yılının Kasım ayında yeniden ortaya çıktığında bilim dünyası, başta bakanlık olmak üzere ilgili birimleri uyararak 'Önlem alın' dedi."

Son bir haftada müsilaj kıyılarımızı sararak gündem olunca nihayet bakanlık 'Acil Eylem Planı' yapmaya karar verdi. En sonunda Sayın Erdoğan, 'Çevre bizim işimiz' deyince nihayet bakanlık olaya el attı. Bilimin uyarısı, vatandaşın tepkisi yetmiyor. Bu işin ehli arkadaş, Sayın Erdoğan parmak şıklatmadan adım atamıyor. 

Yapılan araştırmalara göre, Karadeniz'e Marmara'ya dökülen atıkları yüzde 40 oranında azaltırsak müsilaj sorunundan ancak 6 yılda kurtulabileceğiz. İktidar farkında olmasa da müsilaj aslında ciddi bir sorundur. Biz çözüm önerilerimizi de paylaşıyoruz. Müsilaj meselesini iktidarın beceriksiz kadrolarına bırakamazdık. O nedenle Marmara Denizi'ni yutma ihtimali olan bu belaya karşı ne yapılması gerektiğine dair çalıştık. Öncelikle bu sorunun yalnızca yerel yönetimlerin yükü olmadığının bilinmesi gerekiyor. Bakanlık zor zahmette olsa büyükşehir belediyelerimizi dahil ettiği bir süreç başlattı. Bu adımı olumlu buluyoruz. Bunun devamında atılacak adımlar için de iktidara buradan çağrı yapmak istiyorum. Marmara Denizi'ne dökülen atık suların bir kısmı değil tamamının ileri biyolojik arıtmadan geçmesi gerekiyor. Bunun için merkezi yönetim olarak hızlı bir şekilde yerel yönetimleri destekleyin. Mevcut arıtma tesislerini bir an önce ileri teknolojik arıtma tesislerine çevirin. Gerekirse kamulaştırmaya gidin. Vakit kaybetmeden iyi tarım uygulamalarına geçin. Şehir şebekelerinde yalnızca ön arıtma yapılan suyun park ve bahçe sulamalarında kullanılarak, denize dökülmesini kısıtlayın.

Denizlerimizdeki dip hayatına zarar veren, trol tipi avcılığa karşı yaptırımları arttırın. Marmara Denizi’ne atık su döken, ve nüfusu 5 binden fazla olan yerleşimlerde, hızla, ileri biyolojik arıtma tesisleri kurun. Karadeniz’deki kirliliğin daha fazla artmaması, Marmara Denizi’ndeki müsilajın, Ege’yi daha fazla etkilememesi için, Marmara, Karadeniz ve Ege’yle etkileşimi bulunan ülkelerle, Türkiye’nin liderliğini üstlendiği, ortak bir platform kurulmasını sağlayın. Deniz salyası, yalnızca ekolojiyi değil, ekonomiyi de ciddi şekilde etkileyen bir sorundur. Bu nedenle, turizm, balıkçılık, deniz ürünleri üretimi gibi, birçok farklı sektöre olan etkilerini, bir an önce belirleyin, bu sektörlere dair gerekli önlemleri, süratle alın.

Aziz milletim, Sayın Erdoğan’ın daha önce, 'Ekonomi bizim işimiz' dediğinde başımıza gelenler ortadayken, şimdi çıkıp, 'Çevre bizim işimiz' demesinden büyük endişe duyuyorum.

Şayet Sayın Erdoğan’ın çevreciliği de, ekonomistliği gibiyse, milletçe büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız demektir. Nitekim, çevreyi iş olarak gören bu zihniyetin, çevrecilik anlayışının da, millet bahçesi inşa etmekten öteye gidemediğini, Sayın Erdoğan’ın, “Dünya Çevre Günü’nde” yaptığı, ibretlik konuşmadan anladık. Bizim için vatanın doğası kutsaldır. Dolayısıyla, doğamızı korumak ve kollamak, bizim için kutsal bir görevdir. Doğamız, topyekûn alarm verirken, bu uyarıyı duymamazlıktan gelemeyiz. Salda Gölü’ne beton dökenlerin, kendilerini “Yol kenarına ağaç diktik ya…”, diye savunmalarını kabul edemeyiz. Kaz dağlarını yağmalatanların, bizi millet bahçeleriyle uyutmaya çalışmalarına sessiz kalamayız. “Çevre bizim işimiz!” diyen Büyük Rizeli’nin, iflah olmaz rant sevdası için, Rize’deki doğa kıyımına göz yummasını, görmezden gelemeyiz. Memleketin cennet doğası için mücadele etmeye devam edeceğiz."

''O ucube kanala izin vermeyeceğiz''

"Anadolu'nun irfanını, ferasetini gördük. Aslında bu sözlerin üzerine benim söz söylemem doğru değil ama su konusu ile ilgili, kuraklık ile ilgili arkadaşlarımız çalıştılar. Çözüm önerilerimizi anlatacağım. Biz Türkler için ağaç kutsaldır. Ağaç kutsallığı genetiğimize, kültür kodlarımıza iliştirilmiş bir konu. Bugün ağacına, ormanına, denize sahip çıkmayan bir iktidar var. Türkiye'nin her bir noktası iktidar tarafından esir alınmış durumda. Bu çürümenin ortasında milletimiz iş, can derdindeyken iktidar hala satmanın, o beş müteahhitin kasasını doldurmanın hala Kanal İstanbul'un derdinde. Bu ihanete geçit vermeyeceğiz. Fatih'in İstanbul'un boğazına o yağlı ilmeği geçirtmeyeceğiz. Marmara ölürken, deprem tehdidi ortadayken o ihale kenelerinizin daha fazlası semirmesine müsaade etmeyeceğiz. O ucube kanala izin vermeyeceğiz. Bu proje bir proje değil düpedüz bir soygun planıdır. Buradan o ranta göz diken, bu soyguna ortak olmaya heveslenen kim varsa onlara seslenmek istiyorum. Boşuna heveslenmeyin. Bu devran dönüyor. İlk seçimde bu iktidar gidiyor, bu saray sefası bitiyor. Şimdiden uyarıyorum o kutlu gün geldiğinde, bir kuruş bile alamazsınız. Sayın Erdoğan ve AK Parti iktidarına güvenip sakın ola bu hukuksuzluğa, vicdansızlığa ortak olmayın sonra çok üzülürsünüz. Bir kuruş alamayacaksınız, ödemeyeceğiz."

''Ülkemizin önündeki en büyük tehlikelerden biri de susuzluk''

"Ülkemiz hayati risklerle karşı karşıya kalıyor. Maalesef artık ülkemizin önündeki en büyük tehlikelerden biri de susuzluk. Bu sene yaşadığımıza benzer kuraklıkları önümüzdeki yıllarda da yaşayacağımız öngörülüyor. Hükümetler Arası İklim Değişiklikleri panelinin son raporuna göre, sıcaklık artışları 2050 yılı için 2,5-3 derece civarında olacak. Bu yüzyılın sonunda 6 dereceyi bulacak. Bugün sıcaklığın bir derece artması kum fırtınalarından, kasırgalara, aşırı yağmurlara sayısız felakete neden olurken sıcaklık 6 derece arttığında yaşayacaklarımızı siz düşünün. İklim, kuraklık ve susuzluk anlamında dünyada artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Önlem almadığımız taktirde her şey daha kötüye gidecek. Kanal İstanbul'u bırak, Anadolu'yu sulamayı düşün."