Türkiye’de ve dünyada günün başlangıcının en iyi gözlemlenebilen yerlerinin başında Nemrut gelir.
Bugün heykellerin etrafa yayıldığı tümülüste ömrünün önemli bir bölümünü geçiren Theresa Goell, aynı zamanda Nemrut Dağı’nda kazı yapan ilk kadın.
ABD’de gördüğü arkeoloji öğreniminin ardından çeşitli araştırmalarda görev alan Goell’in, hem kariyerini hem de yaşamını tamamen değiştiren gelişme 1946’ya denk düşüyor. O yıl, Türkiye’de bir kazı ekibiyle çalışırken Otto Puchstein ve Karl Humann’ın Nemrut Dağı’yla ilgili keşiflerini anlattığı kitabı okumasının ardından Goell, 1947’de bölgeye bir gezi yapmak ister.
Eskiçağ tarihi ve sanat öğrenimi de gören Goell, Nemrut’un bir arkeolog, tarihçi ve sanat uzmanı için hazine anlamına geldiğinin farkındaydı. 1947’nin Temmuzu’nda Nemrut’un zirvesine çıktığında bunun bir bölümüyle yüzleşti.
Goell’in Nemrut’a ilgisi aslında Puchstein ve Humann’ın metnini okumadan önce başlamıştı.
Gördüğü ilk anda büyülendiği ve adım attığı dakikadan itibaren, Nemrut’taki kazının onun hayatı bundan sonraki geleceği olacağı nı yüreğinde hissetti, çünkü 1953’te başlayan Nemrut macerası 1984’e kadar sürer.
Yetmiş yaşına dek bölgede aktif olarak çalışan Goell’in en büyük hayali I. Antiochos’un mezarını bulmaktı. Bu gerçekleşmese de Kommagene Krallığı ile ilgili araştırmaları literatüre geçti. Tabii Goell’in başardıkları bununla sınırlı değildi.
Çalıştığı dönemde kaldığı Kahta’da insanlarla kurduğu yakın ilişki sayesinde bölgede tanınıp çok sevildi. Hatta Nemrut’la özdeşleştiği için ona “Dağın Kraliçesi” dendi. Bölge halkıyla sıcak sohbetlerinin temelinde, bildiği dillere Türkçeyi eklemesi ve hiçbir zaman çevirmen kullanmaması yatıyordu.
Zamanla ilerleyen işitme kaybına rağmen Goell, Kahtalılarla arasına en ufak bir mesafe koymadığı gibi dudak okuma tekniğini epey ilerleterek ahaliyle ilişkisini pekiştirdi. Temel prensipleri olan titizlik ve azim, Kahtalıların konuya dört elle sarılmasını sağlamasının yanında bölgedeki insanları birbirine yakınlaştırdı.
Yöre insanıyla kurduğu samimiyet, ona içtenlikle sorular yöneltilmesini de kolaylaştırdı. “Neden evlenmediniz?” diyenlere “Ben evliyim, Nemrut’la…” yanıtını veriyordu.
Dağdaki en ufak taş parçasını bile çocuğu gibi gören Goell, peşine düştüğü I. Antiochos’un seneler evvel önce yaptığını yirminci yüzyıla uyarlamıştı. I. Antiochos, Nemrut’un tepesinde heykeller inşa ettirerek ortak bir alanda topladığı Tanrıları, “Kutsal dağın zirvesinde ebedileştirmişti.” Goell ise hem Kahtalıları birbirine yaklaştırmış hem de Nemrut’taki çalışmalarıyla edindiği bilgiler sayesinde arkeoloji dünyasında ebedileşmişti.
Yıllarca çalıştığı Karl Dörnel ile birlikte, tarihe gömülen (daha doğrusu Nemrut’un zirvesinde gizlenen) Kommagene Krallığı’nı yeniden gün yüzüne çıkardı.
Goell, erkek egemen arkeoloji dünyasında bir öncüydü. Üstelik 1940’lar ve 1950’lerde adını duyurarak o dönemler için erişilmesi güç bir konuma gelmişti.
Nemrut’un hemen her köşesinde Goell’in büyük emeği var. I. Antiochos’un mezarını bulmaya ve Kommagene Krallığı’yla ilgili yeni bilgilere ulaşmaya çabalayan herkes işe onun yaptıklarını öğrenmekle başlıyor. Bu da Goell’in “Dağın Kraliçesi” sıfatını sonuna kadar hak ettiğini gösteriyor.
Ali K. Şahin