Orta Anadolu bozkırlarının tam göbeğinde 83 yıl önce bir çocuk dünyaya gelir. Doğduğunda göbeğinin üstüne saz koyarlar ki çocuk saz çalsın, bağlama tellerinden çıkan her sesi kulağına ninni yapsın…Saz aşığı bu baba, orta Anadolu Bozlak geleneğinin en önemli temsilcilerinden Muharrem Ertaş'tır. Sazın her bir telinin tınısını çocuğunun kulağına öyle işlemiştir ki yıllar geçse de çocuk doğduğu günden beri kendini bulduğu o sesi unutmamış, ruhunda ve bedeninin her bir hücresinde yıllar boyu saklamıştır.


Bu çocuk büyümüş, babası ile dağ taş demeden köy köy dolaşarak saz çalmışlardır. Bağlama sesi o kadar güçlü ve içtenmiş ki, rüzgar uğultusu durmuş, kuşlar kanat çırpmaktan vazgeçmiş tüm bozkır onlara kulak vermiştir. 

Yıllar böyle geçip giderken, Neşetin kalbine hiç bilmediği, tanımadığı bir ateş düşmüş. Bu ateş gün geçtikçe yakmış kavurmuş Neşet’i… Neşet artık bir Mecnun Kerem olmuş sevdiği kız uğruna…Bir süre sonra dayanamamış ve babasına sevdiği kızı kendisine istemesini söylemiş, babası da kızın ailesi ile görüşmeye gittiğinde kızın ailesi çok yüksek miktarda başlık parası istemiş. Ne var ki Neşet ile babası yıllarca köy köy dolaşıp bir kap yemek, biraz un, buğday için saz çalıp durmuşlar kapı kapı… Yokmuş hiç paraları, geçimlerini böyle sağlayıp durmuşlar yıllarca. Neşet Ertaş aşkını kalbine gömüp, kaderine küsmüş ve koyulmuş yollara, bir süre sonra da Ankara’ya göç etmiş.

Zamanla, şöhretli bir adam olmuş, başta babası Muharrem Ertaş, Çekiç Ali, Hacı Taşan gibi usta isimlerin âşıklık ve gariplik geleneğini en yüksek perdede icra etmiştir. Anadolu'da gezdiği köyler ve bu köylerdeki “Kara yürekliler” onun esin kaynağı olmuştur. Kara yüreklilerden kastettiği şey ise kendi deyimiyle “Bizleriz: İtilmiş, horlanmış, dışlanmış, içine kapanmak zorunda kalmışlar... Abdal denip kız verilmeyenler, insan yerine konulmayanlar. Acı çeken,içine attığı için yüreği yananlardır.”
Sonra bir gün Kara yüreklilerden Neşet, “Zahidem” türküsünü çığırmış ve bu türkü çok tutulmuştur. Başka türkücüler de buna yeni yeni dörtlükler eklemeye başlamış, derken “Zahidem” türküsü uzadıkça uzamış ve neredeyse bir destana dönüşmüştür.

Neşet Ertaş’ın Zahidesi gibi Arap Mustafa’nın da bir Zahidesi vardır. Ve bu Zahide onun da içinde bir ukde kalır. Arap Mustafa babasını çok küçük yaşta yitirdiği için 10 yaşından beri çiftçilik ile uğraşmakta ve geçimini bir nebze de olsa bu şekilde karşılamaktadır. Ne var ki zamanla Arap Mustafa’nın da gönlüne bir ateş düşer, hem de imkansız bir ateş. Gönlünü ağanın kızı Zahide’ye kaptırır da yanar yüreği yıllarca, köydeki dostları aracılığı ile haber almaya başlar sevdiği kızdan ancak ne var ki acı haber tez zamanda ulaşır, sevdiği kızı başka bir adam ile evlendirmişlerdir. Yıllarca bu aşk ateşi ile yanıp durur yüreği… Bir rivayete göre de Zahide’nin en yakın arkadaşı Fatik; Zahide’nin de Arap Mustafa’ya aşık olduğunu söyler, ama ne yazık ki hiçbir zaman kavuşamazlar. Zaten aşk kavuşamazsan aşktır demiş Aşık Veysel, öyle de olmuş.
Neşet Ertaş'ın “Herkesin bir Zahide'si var” demesi de boşuna değildir…Gönlünüzdeki Zahideye…

Av. Çılga Kumsal Şahin