Uzun sözün yük olduğu toplumsal ortamlarda, birkaç kelamla bütün gönül coğrafyasını türküler anlatır. Türküler bize bizleri anlatır. Her türkü bir roman gibi anlatılası ne çok şey ne çok acı vardır içinde… Kimileri benim gibi sayfalara döker içini, kimileri de sazının telleri ile döküp durur içini. Türküler söylemek istediklerimiz ve haykırmaya çalıştıklarımızdır aslında. Bazen bir türkü alıp götürür bizi, biz olduğumuzdan çok uzaklara… Sarı Gelin türküsünü neredeyse hepimiz biliyoruzdur. Peki ya hikayesini?

Türkünün asıl kahramanı, Eski çağlardan beri Çoruh ırmağı boyunda yaşayan Hristiyan Kıpçak Beyinin güzeller güzeli sarı saçlı kızıdır. Zaten, Sarı Gelin türküsü de adını bey kızının sarışın olmasından almıştır. Erzurumlu bir delikanlı sarışın Kıpçak Beyinin güzeller güzeli kızına gönlünü kaptırmış ne var ki hem Erzurumlu gencin ailesi hem de Kıpçak beyi bu sevdaya karşı çıkmıştır. Delikanlı, yıllarca imkansız bir aşk hikayesinde savrulup durmuş, daha fazla dayanamayıp güzeller güzeli kıza şiirler yazmaya ve aşkını her fırsatta dile getirmek için elinden gelen tüm mücadeleyi vermiştir.

Bir süre sonra sevdası karşılık bulmuş ve Erzurumlu delikanlı ile sarışın Kıpçak kızının arasında dillere destan bir aşk başlamıştır. Delikanlı bir süre sonra sevdasına dayanamayıp, sevdalısına kavuşmak için kaçırmaya karar vermiştir, ancak ne yazık ki bu karar onun için bir son ve yıllarca dillerden hiç düşmeyen bir türkünün hikayesi olmuştur.

İki sevdalı bir gece vakti buluşmuşlardır. Rivayete göre, Sarı Gelin ile Erzurumlu gencin kavuşmaları Allahuekber dağlarında gerçekleşmiş ve o günden itibaren bu dağ “Allahuekber” dağları olarak anılmaktadır. Ancak ne var ki bu iki gencin son kavuşması olur çünkü Kıpçak Beyi’nin adamları iki kaçak aşığın peşine düşmüş ve uzun bir takipten sonra iki aşığı bulmuş ve delikanlıyı öldürmüşlerdir! “Kimimiz sevip alamamışız, kimimiz seveceğimizi bulamamışız, kimimiz içimizdeki Sarı Gelinin hayaliyle yaşamışızdır. İster hayallerde yaşasın, ister gönüllerde, isterse bu cihanda yaşasın… Yaşasın da nerede olursa olsun. Önemli olan sevginin yaşıyor olması değil midir? Sevgili, uğruna çok şey feda edilen ve buna değendir. İnsanoğlunun sevdiği için feda edemeyeceği şey yoktur. Hangi sevgili, sevgisi uğruna neleri feda etmemiştir ki? Bu sevgili, bazen Allah sevgisi olarak çıkar karşımıza; bazen bir yüce makam, bazen güzel bir kız, bazen de dünya malı… O soğuk kış mevsiminde hapsolduğumuz evimiz, sobanın sıcaklığıyla kucaklardı bizi. Sobanın üzerinde fokurdayarak kaynayan suyun sesi, radyodaki haberleri okuyanın sesiyle yarışır dururdu. Dizine yatarken sırtımı verdiğim sobanın sıcaklığı, annemin anlattığı masallar unutulur gibi değildi. Annem, ''Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber iken, develer tellal iken, ben annemin dizinde mışıl mışıl uyurken'' diye başlardı anlatmaya. Masalların hiçbirini sonuna kadar dinleme imkanı bulamamıştım. Uyandığımda, sağ yanım uyuşmuş oluyordu. Öyle uyuşmuştu ki o uyuşukluk, masallarda dinlediğim Sarı Gelini arayıp buluncaya kadar gitmemişti. İşte o zaman bir şeylerin farkına yeni yeni varabildim.…”

Kaynak:  Kılıç, E; 'Sarı Gelin', Karınca Yayınları

Geçmişten günümüze benzer tüm acılar ve mutluluklar farklı zamanlarda, farklı insanların kaderi ve türküsü olmuştur. Yüreğinizde ki tüm türkülere sevgi ile…
 

Av. Çılga Kumsal Şahin