Mario Levi’nin Ardından  Hüzünbazların Son Temsilcisiydi

Hiç karşılaşmadık, varlığımdan bile habersizdi. Oysa benim için 40 yıllık dosttan farksızdı. Ekranlarda karşıma çıkınca hiç fırsatı kaçırmaz, dağarcığındaki lezzetli cümleleri usul usul önümüze sererken uzak diyarlara yolculuğa çıkardım. 

İstanbul sokaklarını onun kadar yavaş adımlayan, her adımda İstanbul’u yudum yudum içtiğini sezdiren birini daha tanımadım. Bir İstanbul sevdalısıydı. "İstanbul her zaman benim için bir ilham kaynağı oldu” demişti. Türkçeye vurgundu. “Benim vatanım Türkçe” cümlesini ilk kez söyleyen de oydu.

"İstanbul Bir Masaldı", "En Güzel Aşk Hikayemiz", “Ayçiçekleri Her Gece Bir Yalnızlığa Bakar”, “İçimdeki İstanbul Fotoğrafları”, "Bir Şehre Gidememek", "Lunapark Kapandı", “Size Pandispanya Yaptım" adlı kitapların da aralarında bulunduğu birçok esere imza attı. Uzun süredir kansermiş, ölümüyle birlikte haberim oldu. 

Mario Levi, 1957 yılında İstanbul'da doğdu. 1975 yılında Saint Michel Fransız Lisesi'nden, 1980 yılında İstanbul Üniversitesi Fransız ve Roman Filolojisi'nden mezun oldu. İlk öyküsünü 1975'te kaleme aldı. 1984 yılından sonra Hokka dergisi, Şalom, Cumhuriyet gazetesi, Cumhuriyet Dergi, Stüdyo İmge, Gösteri, Milliyet Sanat, Argos ve Oksijen gibi birçok yayın organında yazılar yazdı. Yeditepe Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı. 

Sadece kitapları değil, konuşması da nahifti, yumuşak ve berraktı. Ortak yanımız, aynı renk ve modelde kazak ve kabanları tercih etmemiz, bir de Abdülhak Şinasi Hisar’ı çok sevmemizdi. Zevk sahibiydi. Gözlükleri ve ayakkabıları hep dikkatimi çekerdi.

Abdülhak Şinasi Hisar’ı onun kadar seven birileri vardır ama onun kadar güzel anlatan olmamıştır. Abdülhak Şinasi Hisar’ın da, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi bir gün kadrinin bilineceğine inanırdı. “Abdülhak Şinasi Hisar, Tanpınar’dan büyük yazar” demişti. 

TRT2’nin kaliteli yapımlarından “Edebi Sofralar”a konuk olduğunda, yazar Fatih Baha Aydın’ın, “Edebi sofrada Abdülhak Şinasi Hisar karakterlerinden kiminle oturmak isterseniz?” sorusuna, “Kesinlikle Fahim Bey” dediğinde, iç çektiğimi hatırlıyorum. Devamında “Lütfetseydi, üstatla aynı sofrada oturmak isterdim. Belki de hiç konuşmazdık. Sadece yemek yerdik. Çünkü o da bir konuşma olurdu” cümlelerini duyunca, o sofranın izleyicisi olmak büyük şans diye düşünmüştüm. 

Reklam yazarlığı yaptığı dönemde bir mayıs sabahında işe geldiğinde önce dışardaki güneşli havaya, sonra masasına bakıp "Ne işim var benim burada" demiş. Rivayet o ki, istifa edip ayrılmış. "Hayatımı bir kaç defa sıfırladım ve bundan kesinlikle pişman değilim" diyerek, kendisi ile barışık insanlar topluluğunun daimi kadrosunda yer almış.

Mario Levi, benim güzel adamlarımdandı. Gönül dostuydu. İstanbul’un son hüzünbazıydı. “Hüzün hayata bağlar insanı. İçinde gülümsemeyi barındırır. O gülümseme neleri gizler, bir bilseniz” sözleri, onun hüzünbazlığının ispatıdır. 

Hz. Ali, “Dünya hüzün yeridir. Gariplerin sıkıntısı bitmez” demiş. Mario Levi, hüznünü ve sıkıntılarını kim almak istiyorsa ona bırakıp gitti.  İstanbul, son hüzünbazına veda etti. Pen Yazarlar Derneği, “Edebiyat dünyası bir değerini daha yitirdi” diye açıklama yaptı. Oysa Dünya bir değerini daha bağrına bastı. Toprağı bol olsun.