“Taburcu olmak” deyiminin milli mücadele döneminden dilimize dayanan tüyleri diken diken bir öyküsü bulunmaktadır. Başka hiçbir milletin, ülkenin hastanesinde iyileşen hastalar “taburuna yollanmaz, taburcu edilmez”. Bazı değerleri, yaşamın içine böylesine sindirmiş  başka bir millet daha yoktur.

“Memet, memet nassın gardaşım, eyi misin? Memet duyuyon mu beni?”

 “A…A….. Ali!”

“Memet, söyle gardaşım, burdayım, Şükürler olsun ki uyandın. Dinlen biraz, konuşuruz sonra.”

“Memet gurban olduğum Nassın, ağrın var mı?”

“Yoğ eyyim çok şükür. Bir iki güne kadar bir şeyim kalmaz inşallah. Tabur beni bekler.”

“Yapma Memet, ne taburu, ölümden döndün gardaşım”

“Yoğ. Yoğ eyyim ben Ali. Tabip gelene kadar toparlarım sonra da taburcu olurum inşallah”

“Ne? Taburcu mu? Şu halini görmüyon mu Mehmet. Yav Osman nerde öldü mü kaldı mı bilmiyorum zaten . Sen dur bari. Bir gözün kör, baş parmağın kopuk, sol kolun yanık, bacağın ağır yara. İyileşmen birkaç ayı bulur gözünü sevdiğim.”

“Ben eyyim Ali sen kendine bak. Bu halde taburcu etmezler seni Köye dönersin”

“Doğru ya bi işe yaramam artık Ne kol kaldı ne bacak Taburcu etmezler biliyom da şehit olaydım eyiydi be Memedim.”

“Ağlama Ali ne olur beni de ağlatma kolun da bacağın da ben olurum evelallah. Hele şu günler bir geçsin. Hep yanında olacağım inşallah.”

Tabip geldi

Ali köye döndü

Mehmet Taburcu oldu…

19. yüzyıla kadar Osmanlı’da modern bir tıbbi hizmet neredeyse yoktu. 14 Mart 1827’de ilk modern tıbbiye olan Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire kuruldu. O dönem öyle bir dönemdi ki ülke yangın yerine dönmüş, I. Dünya Savaşı, Çanakkale Cephesi, Kurtuluş Savaşı derken Türk halkı her yerde, sürekli savaştaydı. Yoksulluğu, kıtlığı, salgın hastalıkları, emperyalizmin Osmanlı İmparatorluğu’nun son kalıntılarını da yok etmeye çalıştığı bir dönemdi.

 I. Dünya ve Çanakkale Savaşı sırasında ülkenin tıp eğitimi veren tek kurumu olan Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahanedir. Ancak ne var ki burada bulunan tüm hocalarını ve öğrencilerini cepheye yollamış ve eğitime ara vermek zorunda kalmışlardır. Ülkenin her yanındaki cephelerde hekimler asker, subaydır. Bina ise tamamen hastaneye çevrilmiş, kıdemsiz tıbbiyeliler, sadece cephede savaşmakla kalmamış, savaş olmadığında ya da geri kalan zamanlarda direnişte çalışmışlardır.

Hastanede, kışlada, revirde, cephede, çadırda, savaşta adeta kıyamet kopmaktadır. Ülkede herkes askerdir, eli silah tutan tüm erkekler savaştadır. Yaralı askerleri iyileştirmek için ellerinden gelen tüm mücadeleyi vermiş ve ulu Türk Milletini bu fedakarlık ve direniş ile kazanmışlardır.

Yaralılar iyileştirilir, tabip komutan sıra ile hastalarını dolaşır, iyileşenleri tekrar silah tutabilecekleri savaşa yani taburlarına yollar, kısacası iyileşen askerler evlerine, gözü yaşlı analarına, sevdiklerine değil vatanına, tekrar silah tutabilecekleri taburuna yollanmaktadır. Kısacası “taburcu” olmaktadırlar. O dönemde asker iseniz ve hastanedeyseniz ya ölür ya sakat kalır ya da “taburcu” edilirdiniz.

Gözü yaşlı anaları, sevgilileri, vatan uğruna bu mücadeleyi kazanan, emek veren tüm şehitlerimizi rahmet ile anıyorum.

Av. Çılga Kumsal Şahin