İki insanın birbirini sevmesi mucize, bu sevginin sürekli ve aynı anda devam etmesi ise mucizenin de ötesinde demişler, Fahri  Kayahan ile Suna’nın aşk öyküsü de öyle böyledir. Dillere destan, herkes tarafından imrenilen bir aşk öyküsü, ancak ne yazık ki mutsuz bir son öyküsüdür bu aşk. Türkülere konu olmuş, yıllarca uzanıp bu günlere gelmiş, belki radyoda hepimizin dinlediği hüzünlendiği, uzaklara dalıp başka diyarlara gittiği ancak ne yazık ki hangi duygular ile yazıldığını bilmediğimiz bir  aşk öyküsü.


Fahri Kayahan ile Suna yıllarca insanı kardeş, yolcuları yoldaş şehrimiz Malatya’da yaşamışlardır. O dönem sevgiliye, sevdiğini söylemek ayıp karşılansa bile Fahri Bey, her daim Suna’yı sevdiğini ona bağlılığını ve sadakatini dile getirmekten hiçbir zaman çekinmemiştir.


Hamam sefaları, o zamanlar kadınlar için büyük bir eğlence ve  bir gelenek haline gelmiştir. Bir gün toplanıp tüm kadınlar hamam sefası yapmak üzere buluşurlar ne var ki o güne Suna Hanım’ı da çağırırlar. Suna hanımın bu daveti kabulü ise ne yazık ki onun için bir son olur ancak nerden bilinebilir ki böyle bir sonun yıllar geçse bile dillere dolanan bir türkünün hikayesi olacağı…
Suna Hanım’ın çok güzel ve dillere destan güzelliğinin herkesten sakladığı tek bir kusuru bulunmaktadır, sırtında ki kocaman bir ben. Neriman Hanım ise bu kusuru hamam sefasında  fark eden tek kişidir. Neriman Hanım eve döner dönmez bu durumu eşi Mustafa Bey’e anlatır.


Aradan günler geçer ve Fahri Bey, evlerinin hemen yanında bulunan kahvehane de Mustafa Bey ile karşılaşır ve aralarında bir süre sonra münakaşa başlar, karşılıklı küfürleşmeye kadar gider mesele. Bu olay sonucunda ise Mustafa Bey, Fahri Bey’e karşı “ sen önce karına sahip çık, ben senin karının sırtındaki beni dahi bilirim” diye çıkışıverir.


Fahri Bey duyduklarına inanamaz ve Sunasının kendisine ihanet ettiği fikrine kapılır, yabancı bir adam Sunasının sırtındaki beni nerden bilecektir ki…
Eve vardığında durumu Sunaya anlatır, Suna Hanım gözünün ondan başkasını görmediğini defalarca anlatır, ancak ne var ki Fahri Bey, Suna’ya inandığını söylese bile bu şüphe günlerce kendisini yiyip bitirir ve o günden sonra ise Suna Hanım’a hep kötü davranmaya başlar.


Bir akşam yemeğinde ise sudan bir sebepten dolayı Fahri Bey ile Suna Hanım arasında münakaşa başlar ve Fahri Bey ceketini alıp evden çıkar gider ve kendisini sokaklara atar…
O günün sabahına doğru eve döner Fahri Bey, ancak gördükleri karşısında donakalır, dili lal olur. Tek sevdiceği olan Suna kendisini asmış ve baş ucuna da bir not bırakmıştır.


“Kusura bakma beyim, uzun zamandır kafandaki soru işaretlerinin sebebini bilmekteyim, kendi adımı temize çıkarmak için ne yazık ki başka bir yol bulamadım. Şunu unutma ki ben sana asla ihanet etmedim…”
Fahri bey Suna Hanım’ın cansız bedenini ipten ayırarak  yere yatırır. İçi yangın yeridir, sözün tükendiği o yerde, kelimelerin küllerinden o meşhur türküyü yakmıştır.


“Şafak söktü yine sunam uyanmaz, Hasret çeken gönül derde dayanmaz,  Şafak söktü yine sunam uyanmaz, Hasret çeken gönül derde dayanmaz, Çağırırım sunam sesim duyulmaz, Uyan sunam uyan derin uykudan, Çağırırım sunam sesim duyulmaz, Uyan sunam uyan derin uykudan, Çektiğim gönül elinden, Usandım gurbet elinden, Hiç kimse bilmez halimden, Uyan sunam derin uykudan…”
Suna’nın gönlündeki Fahri’ye, Zekiye’nin gönlündeki Özlem’e, sevgiler ile…

Av. Çılga Kumsal Şahin