Antep’e geliş

Mehmet İmadedin Buhar’i nin Antep ‘e gelişle ilgili , oğlu Osman Nurettin Buharalı’ya anlattıkları:

Doğumum  01.07.1873

Ben Mehmet İmaeddin Buhari , Babam Hacı Ömer Annem Rahime ve aile efradıyla birlikte 40 kişilik bir kafile ile hacca gitmek üzere 1890 yılında Buhara’dan çıktık.  Uzun ve yorucu bir yolculuktan ve bir çok tehlike atlattıktan sonra şimdiki Irak ve Suriye topraklarına vardık. O zamanlarda da bu topraklar da karışıklık vardı ve eşkiya yuvası halinde idi. 

Buhara’dan Zengin ve soylu bir ailesinin hacca gideceği dilden dile yayılmıştı bu bölgede. 

Neticesinde kalabalık bir eşkiya gurubu gece baskın düzenleyerek, ailemize saldırdılar. Gece karanlığında kanımızın son damlasına kadar mücadele ettik bu eşkiya sürüsü ile, biz kadın ve çocuklarla 40 kişi iken, bu çapulcu sürüsü 150-200 kişi idi. Babam Hacı Ömer bu çatışma sırasında şehit oldu. Bu ortamdan faydalanan eşkıya sürüsü bütün altınlarımızı ve değerli eşyalarımızı alarak oradan kaçtılar. Bizler ise darmadağın olmuştuk. Gece karanlığında hangimiz nereye savrulduk , kaçımız şehit olduk onu bile anlayamadık.

Ben Mehmet İmadettin Buhari ve annem Rahime Hanım’la , günlerce yürüyerek zorluklar içinde Halep ‘e geldik. Geldik ama yüreğimiz yangın yeri gibi idi. Bütün ailemizi, sevdiklerimizi Hac yolunda şehit vermiş ya da kaybetmiştik. Kim yaşıyordu? Yaşıyorsa nerede idiler bilemiyorduk. 

Henüz 21 yaşına yeni girmiştim. Buhara’ya dönemiyordum. Belki aile fertlerimizden kurtulanlar vardır diye, burada arayıp sormak için. Buhara’da yarım kalan tahsil hayatıma Halep’te devam ettim.  Çağatay ‘ca, Farsça ve Arapça biliyordum. Farsça şiirler ve kitaplar yazmaya başladım. 

Daha sonra Osmanlı devleti tarafından onurlandırılarak en önemli devlet memurluklarından biri olan “Zekat Toplama Kurumu’nun” başına getirildim. Bölgede bu işe layık , güvenilir sadece 4 kişi vardı.

Benim için acı günler henüz bitmemişti. Babamın kardeşlerimin acısına dayanamayan Rahime Anam Halep ‘te rahmet’e kavuştu. Şimdi yapayalnız kalmıştım.

Bir gün bir dost sohbetinde Antep’ten gelen bir deri tüccarı Hacı Mehmet (Bozatlı) hikayemi dinleyip gözyaşlarına boğuldu. Ertesi günde şehirde benim hakkımda malumat toplamış , herkes iyiliğimden ve dürüstlüğümden ve aynı zamanda Halep’teki yalnızlığım ‘dan bahsetmiş.

Hacı Mehmet Antep’e döndüğünde soluğu daha önce Buhara’dan Antep’e gelen ve burada yaşayan Nakşibendi şeyhi Bahattin efendiye durumu anlatmış. Bahattin efendide başımdan geçenler den çok etkilenmiş , ve bana bir elçi gönderdi. Oğlum eğer yaşlı olmasam ben Halep’e gelecektim senin için ama elçim ‘de benim evladım ; “sen Türksün , Arapların içinde rahat edemezsin gel ; kapımızda, soframızda sana açık “diye beni Antep’e davet etti.

Bundan sonrasını Hacı İmadettin ‘in  oğlu Osman Nurettin ‘in oğlu Mehmet Yalçın Buharalı şu şekilde anlatıyor : Nakşibendi şeyhi Bahaeddin Efendi ( Dr Nizamettin Özgül’ün dedesi Eski Gaziantep Senatör’ü) , Şeyh Efendi: Antep halkı tarafından sevilen sayılan Hak ehli bir kişi imiş. Şeyh Bahattin efendi ile Antep’te buluşan büyük dedem İmadettin , şeyhin büyük sevgisini kazanıyor. Antep ‘te bulunduğu süre içerisinde kendisini misafir eden deri tüccarı Mehmet Efendi , büyük dedemin ilminden ve güzel ahlakından etkileniyor. Kız kardeşi ile evlenmesini sağlayarak Antep’te kalmasına vesile oluyor. Bu evlilikten beş erkek çocukları doğuyor.

1- Mehmet Ziyaeddin 

2- Ahmet Mithat

3- Ömer Amil

4- Mustafa Kamil

5- Osman Nurettin (Dedem)

  Hacı Mehmet İmadettin dedemiz İngilizlerin Antep’i işgallerinden 3 ay önce hastalanarak vefat ediyor.

Büyük oğlu Mehmet 

Ziyaeddin Halep’te tahsil görürken ,  savaş nedeniyle Tıp tahsilini yarıda kesip İstanbul ‘a gidiyor.  İstanbul Selimiye kışlasında yedek subay eğitimi alan Mehmet Ziyaeddin, Osmanlı’nın gıda stoğu yaptığı Suriye’deki bölgeye iaşe subayı olarak gönderiliyor.

İngilizlerin , Filistin’den gelen Hicaz Demiryolu ‘nu ele geçirmeleri üzerine, erzakın düşman eline geçmesi riski doğuyor. Mehmet Ziyaeddin bunun üzerine stoktaki yiyecekleri Müslüman halka dağıtarak onların hem Osmanlı’ya bağlılıklarını perçinliyor hem de yoksul düşmüş halka bir nebze ilaç oluyor. 

Osman Devletinin emriyle ordunun geri çekilmesi isteniyor. Bu arada subay olan Ziya amcamızın Suriyede’ki askeri birliği ile geri çekilirken  bir Suriye köyünden geçiyorlar. Bu yorgun askerlerin arkasından Suriye köyünden , İngilizler tarafından satın alınmış halk tarafından arkalarından ateş açılıyor. O sırada  askerlerimiz’den şehit olanlar oluyor. Buna rağmen dedem Ziyaeddin Müslüman kanı dökülmesin diye ateşe cevap vermiyor. Bizimle beraber savaşan  Alman askerlerinden bir zabit eline birkaç el bombası alarak  köyün içine dalıyor. O ateş edilen köy evlerini bulup içlerine birer el bombası atıyor.

Arkadan ateş eden gurupların sesi kesiliyor. Hava artık kararmıştı , tek korkuları Afrin nehrini geçerken saldırıya ugramaktı. Ve askerlerimizin büyük bir kısmı yüzme bilmiyordu.  Komutan Ziyaeddin amcamız emir veriyor ; yüzme bilen her asker , bilmeyen bir askeri karşıya geçirecekti. Plan ilk anda başarılı oluyor. Yüzme bilenler geriye dönüp bilmeyenleri aldığında, bu sefer yine eşkiya sürüsünün ateşine maruz kalıyor. Su  çok kuvvetli aktığından Ziyaeddin amcamız ile diğer subay el ele tutuşarak o sudan geçmeye çalışıyorlar. Yanındaki subay arkadaşın eli elinden gevşiyor ve “ Ben vuruldum Ziyaeddin sen git diyor. Ziyaeddin bey bırakmam seni diyor. Yaralı subayı karşıya geçiriyor. Muhalesef çok kan kaybeden subayımız şehit oluyor. Çok hırslanan Ziyaeddin bey yanına 20 askeri alıp geriye dönüyor. Kendilerini arkadan vuran eşkiya sürüsünü yok ediyorlar. Daha sonra büyük zorluklar ile  Antebe geliyorlar.  

Suriye görevi bittikten sonra Antep’e gelen Ziyaeddin Bey ; Kuvayi Milliye’nin teşkilatında  Dülük Tepe komutanı olarak tayin ediliyor ve Anteb’in kurtuluşu için Fransızlara karşı savaşıyor. Bir ara  izin alarak çok uzun zaman  görüşmediği ailesi  ile görüşmek üzere  tabakhane’deki  evlerine geliyor. Ziyaret  sırasında  kapıyı  top mermisi isabet ediyor. Kapının üzerindeki taşlar  başına  yıkılıyor. Ağır yaralı bir halde , hastane olarak kullanılan Şıh camisine götürülüyor. 

Hem ağır yarası hem eşek üzerinde taşınması nedeni ile çok kan kaybeden Ziyaeddin beyi gören ve Suriye’deki kahramanlıklarını işiten Dr Mecit Barlas , bu kadar kurşunsan kurtuldun , Nehir’ler aştın taş yarasımı seni öldürür Ziyaeddin beyim diyor. Kafatası dikiliyor ayağı tahtalara sarılıyor, herkesin umutsuz baktığı kahraman ayağa kalkıyor. Dr Mecit Barlas bir ay daha evinde yatman lazım diyor:! Vatan bu haldeyken nasıl yatarım doktorum diyor. Başı sargılı kolun altında değneği geride kalanlarla vedalaşıp, direkt askerlik şubesinin yolunu tutuyor.

  Kardeşi Ahmet Mithat ‘da Çeteci olarak Antebin kurtarılması için her cephede vuruşuyor. Antep halkı fransızları antepten kovduktan sonra, Mehmet Ziyaeddin Afyon cephesine geçiyor. Burada büyük kahramanlıklar gösteriliyor, neticesinde düşman Anadolu’nun her toprağın ‘dan sökülüp atılıyor.

Savaş bitince Ziya Amcamız   İslahiye’ye gümrük müdürü olarak tayin ediliyor. Orda bir müddet çalıştıktan sonra  aniden titreme ile  ağır bir hastalığa düşüyor. Tıbbi tetkikler  sonunda zehirli sıtma hastalığına  yakalandığı anlaşılıyor.. O zamanda sıtmanın bir  ilacı bulunmadığından ızdıraplar içinde  vefat ediyor. Allah rahmet eylesin...

Dedemiz Hacı İmadettin Antep’e yerleştikten sonrada bütün hayali ve yaşam gayesi kardeşlerini aramak ve bulmak üzerine oluyor.

Atatürk ‘ün kurduğu 1. Mecliste görev yapan Gaziantep milletvekili Ali Cenani ( aslı Buhara’dan gelmiştir) Selanik’ten gelen ve soyları Buhara’lı olan iki kişiyle tanışır. Konuşma sırasında , Antep’te yaşayan Buhara’lı Mehmet İmadettin’den ve başından geçen olaylardan bahseder. Hac yolunda eşkiya saldırısına uğradıklarını, babaları Hacı Ömer’in şehit olduğunu, kardeşlerinin kaybolduğunu anlatır.

Selanik’ten gelen milletvekillleri çok etkilenirler. Bunlar bizim kaybettiğimiz kardeşimiz derler. Antep Milletvekili Ali Cenani beye, dedemiz Mehmet İmadettin ‘e verilmek üzere bir mektup verirler. Ali Cenani Bey (Fransızlar çekildikten sonra) Antep ‘e geldiğinde, dedemiz  Mehmet İmadettin’in öldügünü öğrenir. Yıllarca kardeşlerine kavuşma hasreti ile yanan dede , onlardan gelen mektubu görememiştir.

Büyük oğlu Ziyaeddin Afyon Cephesin’dedir. Diğer Oğulları Ahmet Mithat ve Ömer Amil dağlarda çete olarak düşmana karşı savaşmaktadırlar. Antep’te sadece 10 ve 12 yaşlarında iki oğlan kalmıştır.

Selanik’ten gelen vekillerinin  Ali Cenani Bey’e teslim ettikleri mektupta şunlar yazıyordur. Babamızın Adı Hacı Ömer Annemizin Adı Rahime Kardeşimizin adı : Mehmet İmadettin diyor ve kendi adını yazıyor, eğer sen bizim kardeşimizsen diğer kardeşimizin adını yaz. Ben 2 gün sonra Buhara ‘ya gidiyorum. Ruslar Buhara’daki çiftliklerimizi ve arazilerimizi işgal etmişler, Rus hükümetini mahkemeye vereceğiz.

Dönüşte eğer ki kardeşimsen 2 haftaya kadar Antep’e geleceğim. Fakat o günkü şartlarda ne Buhara’ya gidenden haber alınabiliyor , ne de yıllarca beklenen kavuşma oluyor...

En Küçük Oğlu Öğretmen OSMAN NURETTİN BUHARALI (Antep Harbinde 9 Yaşlarında)

İlk okulu Cumhuriyet Mektebinde (sarı mektep’te) okuduktan sonra , Gaziantep ortaokuluna oradan Öğretmen okuluna kaydolur. Buradaki tarih öğretmeni hiç unutamadığı, 1902 ‘de Bolu’da doğan ünlü tarihçimiz “Ahmet Zuhuri Danışman”‘dır. Öğretmen okulunu bitirdikten sonra Edirne’ye tayini çıkar. Edirne’de kendisine eski bir kışla tahsis edilir. Başta subaşı köyü olmak üzere 32 köyden sorumludur. Her köyden okuma kabiliyeti olan biri seçilir, bunları aylarca eğitir ve köylerine öğretmen olarak gönderir. Kendisi de yaz kış demeden, on yıl boyunca Edirne’nin her köyüne gider. Her okulu, her eğitim verdiği öğretmeni denetler. Günde 7-8 saat at sırtında kaldığı olmuştur.

Edirne’nin onlarca köyünde ona “baş öğretmen” der’ler , çocuklara adını koyarlar. On yılın sonunda Gaziantep ‘e tayinini ister. İsmet Paşa (Şehitkamil ) okulunda , 30 yıl görev yapar, yüzlerce çocuğun hayatına dokunur.  1912 de Gaziantep ‘te başlayan hayatı, geride yüzlerce öğrenci ‘ye dokunmuş , yüzlerce ‘sinin kaderini değiştirmiş olarak  13 Eylül 1994 te rahmete gider. Halen saygı ile dualar ile iz bırakmış bir şekilde anılır.

Torunu OSMAN MELİH BUHARALI’dan

1800 ‘lü yılların sonundan Gaziantep ‘e uzanan hayat hikayemizdir. Halen Buhara hasreti, akraba ve kardeşlerimize bir gün kavuşma ümidiyle yanan yüreklerimiz var. Yüce Allah nasibimizi ve kaderinizi bu topraklara yazmış. Allah’ımızda tek dileğim biz ve bizden sonraki neslimizi vatan millet aşkıyla doğruluktan sapmayarak kul hakkı ve haram yemeyerek yaşamayı ve hizmet etmeyi nasip etsin...Amin