Biliyorsunuz dünyanın başına bela Covid-19 salgın ile uğraşıyoruz. Tüm dünya… Sizlere tüm dünyadan Kovid-19 belasıyla ilgili en sıcak haberleri ulaştırmaya çalışıyoruz1

Amerika gerek Avrupa. Binlerce ölen insan… Genç yaşlı demeden aramızdan alıp görüren menem bir salgın. İleride torunlarımız bu 2020 yılı anlatacaklar. Salgın yılı diye tıpkı 19. Yüzyılda veba salgını gibi. İnsanlar çaresiz… Yakalayınca yutup alıvetiyor. Kovid-19 . Ben çok sevdiğim insanları, arkadaşlarımı,  akrabalarımı kaybettim. Toprağa verdim... Avrupa, Amerika’da ve Türkiye’de çok sayıda yaşlı insanı da çekip alıverdi aramızdan. Çok acı…

Özellikle 65 yaş ve üstü insanlarımız gündeme geldi. Çok konuştuk.

“Türkiye’nin yaşlılarla imtihanı”, “Polis ve zabıtadan dede uyarısı”, “Sokakta yaşlı denetimi”, “Yaşlılar yasağa rağmen pazarlara çıktı”, “Şeride rağmen banka oturan yaşlılar pes dedirtti”.

Bunlar, Corona virüsü salgınının Türkiye’de görülmeye başlamasından bu yana yazılı basın ve internet medyasında çıkan haber başlıklarından bazıları.

İleri yaşta ve kronik rahatsızlığı olanların salgında risk grubunda yer alması ve 65 yaş üstü vatandaşlar için alınan önlemler, “yaşlıları” bir anda Türkiye’nin gündemine soktu. Salgın döneminde medya, yaşlıları hiç olmadığı kadar öne çıkartırken, sosyal medyada yaşlılara yönelik tepki çeken paylaşımlar da yer aldı.

Tabii pandemi ve sokağa çıkma kısıtlaması ile birlikte evlere hapsolduk ve televizyonlara ve kitaplara ulaşmaya çalıştık.

Ben şahsen kitaplardan çok televizyonlarda ilgimi çeken dizi ve filmlere yöneldim. Ve bugün sizlere duygu dünyamdan yansımaları ve yaşananları filmlerle anlatacağım !

Gelecek hayatımızın nasıl olacağıyla ilgili derin belirsizlikler içinde evimizde beklediğimiz şu günlerde etik problemlerle sarıp sarmalanmış bir komedi dizisi ve filmler izlemeye başladım.

Müsadeniz olursa beni günümüz yaşadıklarıma derin düşüncelere sevk eden bu film ve dizileri sizinle paylaşıp duygu düşünvelerimi sizlerle paylaşacağım.

Tam Dört oskar almış ve abartmadan 5 kez izlediğim efsane bir film. ‘İhtiyarlara yer yok’

Film para ya da bir cinayet etrafında kontrolsüzce gelişen olaylardan ibaret değil. Kötü giden bir uyuşturucu işi ve bir çanta dolusu para masum bir avcının, emektar bir şerifin ve acımasız bir katilin yolunu ıssız Batı teksas çölünde kesiştirir.

Bu, filmin görünen ve herkese hitap eden yüzü. Filmin adından da anlaşılacağı üzere aslında bu yapımda; değişmeyen tek şey olan değişimle birlikte oluşan yeni dünya düzeninin içerisinde artık kendisine yer bulamayan ve kendisini dışlanmış hisseden emekli bir şerifin içsel kavgası anlatılmaktadır.

Bu yapımı henüz seyretmemiş olanlar için şu uyarıyı yapmak gerekiyor. Bol aksiyon ve heyecan arıyorsanız bu film size göre değil. Bu sözlerim filmde aksiyon ve heyecan olmadığı anlamına gelmiyor. Ancak filme salt bir aksiyon yapımı olarak yaklaşmanız sizi yanıltabilir. Film bence zekice kurgulanmış ve hemen her izleyici kitlesine hitap edebilme özelliğine sahip ender yapımlardan birisi.

Ben bu filmi üç boyutlu resimlere benzetiyorum. Seyircilerin bir kısmı biraz durağan da olsa bir macera filmi seyrettiklerini düşünebilirler. Ancak film aynen üç boyutlu resimler gibi içerisinde çok katmanlı gizemler barındırmakta ve bu gizemler filme öyle ustaca yerleştirilmiş ki seyircilerin bunları fark etme olanağı oldukça düşük. Yeni dünya düzeninde kendisine yer bulmaya çalışan Tom Lee Jones (Yaşlı Şerif) filmin başında her şeye rağmen bu işi yapanların şöyle söylemesi gerektiğini ifade eder !

“Bu dünyanın bir parçası olacağım.”

Final sahnesinde Tom’u bu cümleyi söylediği ana gönderme yapılan bir resmin altında karamsar bir yüz ifadesiyle otururken görürüz. Böylece onun artık toplumun bir parçası olamadığını anlarız. Yüzünde endişe ve ne yapacağını bilememe ifadeleri görmekteyiz. Karısına ata binmeyi teklif eder. Bu teklifi kabul görmeyin ev işlerine yardım etmek istediğini söyler. İşte tüm bunlar dünyada kendisine yer arama çabalarıdır.

Tom’un Rüyası

Final sahnesinde Tom’un karısına anlattığı hikâyeyi dinleriz.

Bu hikâyenin aslında ne anlama geldiğini kavrayamayanlar girişte bahsettiğim üç boyutlu resimleri göremeyen kişilerdir. Bu rüya sahnesi sayesinde filmde olanlara tam olarak bir anlam verme şansı yakalamaktayız. Filmin efsanevi kötü karakteri Anton başta olmak üzere diğer karakterler Tom’un emekli olduktan sonra yeni dünya düzenini, suçları ve suçluları anlamlandırma çabalarıdır.

Katil Anton’un görüldüğü son sahneden Tom’a yapılan bu kamera geçişi aslında bu duruma bir göndermedir. Bir başka sahnede filmin ana karakterlerinden olan Moss otele girdiğinde orada gördüğü kediye dikkatle bakar. Çünkü bu kedi Tom’a kendi babasının evinde göreceğimiz kedileri hatırlatmıştır. Tom, Anton’un öldürdüğü bu adamın aracına ait detayları ve olayın nasıl geliştiğini bir çırpıda sıralar. Yanındaki genç polisin tahmin bile edemeyeceği detayları bilme nedeni zaten bunları kendisinin hayal etmesidir.

Filmde Tom’un babasıyla olan konuşması ve final sahnesi dışında gerçek dünyaya ait bir sahne bulunmadığını söyleyebiliriz.

Bu yeni dünya düzeninde ona yer yok ! İhtiyarlara yer yok!

Bir dizi, farklı bir dizi..

The Good Place,

yaşadığımız bu günlerde, biraz eğlenmek, biraz da etik problemler üzerinde düşünmek için iyi bir seçenek.

Etik problemler, bilinçli eylemde bulunan insanlar olduğumuz için, kendisinden kaçamadığımız, gündelik yaşantımızda karşımıza çıkan ve bizi sıkça zor durumlarda bırakan problemlerdir.

Virüs salgını nedeniyle özellikle Fransa, İtalya ve İspanya’da sağlık sisteminin yetersiz kaldığı durumlarda dizide de yer verilen bazı çarpıcı etik problemleri bizzat yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz. Solunum cihazları yetersiz kalınca doktorlar çok zor tercihler yapmaya zorlandılar. Elinizde sınırlı sayıda solunum cihazı ve buna ihtiyacı olan çok sayıda hasta varsa, solunum cihazlarını kime kullandıracaksınız? Sizin tercihinizle birileri ölecek veya başka birileri yaşamaya devam edecek.

Aldığımız haberler, bu deneyimi yaşayan doktorların genellikle yaşlı ve genç olma ölçütlerine göre tercih yaptıklarını söylüyor. İnsanı daha çok yaşatmak üzerine kurulu olan doktorluk mesleği için bu tür bir tercih yapmak da kolay olmasa gerek. Öte yandan yaşlı veya genç olmak, her zaman ve durum için geçerli bir kriter olmayabilir.

Durumu çeşitli varsayımlarla daha da zorlaştırabiliriz, diyelim ki, solunum cihazınıza ihtiyacı olan ve yaşından dolayı gözden çıkarabileceğiniz hastanız, ünlü bir bilim insanı, tanınmış bir sanatçı ya da politikacı olsun, karşıdaki kişi de hayatının baharında ama hiçbir özelliği olmayan bir genç olabilir.

Yaşlı olan hasta anneniz, babanız, tanıdığınız bir arkadaşınız olabilir. Böyle durumlarda genel doğrulardan, etik teorilerden hareket ederek ahlaksal tercihlerde bulunmak iyice zorlaşacaktır.

Faydacı ahlak ve ödev ahlakı

Bu noktada, söz ettiğimiz dizide de uzun uzun yer verilen iki temel ahlaksal teoriden söz edebiliriz.

Bu iki yaklaşım aynı zamanda birbirlerine karşıt iki anlayış olarak konumlanırlar.

Ahlaksal iyinin en çok insana en büyük mutluluk olarak tanımlayan faydacı ahlak ve ahlaksal eylemi sonucundan çok ödeve uygunluğunu açısından değerlendiren ödev ahlakı. Jeremy Bentham’ın adıyla anılan faydacı ahlak anlayışı bize basitçe ahlaksal bir tercih yaparken, çoğunluk için iyi olanı tercih etmemizi önerir.

Bu anlayışa göre ahlaksal bir eylemin doğruluğunun ölçütü, eylemden elde edilen sonuçtur. Eylemin sonucunda daha çok kişi için bir iyilik sağlanmışsa, daha çok insan mutlu olmuşsa eylem iyi, tersi durumda ise kötüdür.

Kant’ın adıyla anılan ödev ahlakı ise tam karşıt bir noktada yer alır. Bu anlayış eylemin sonucuna bakmaz. Bir ahlaki eylem, sonucu ne olursa olsun, eylemi doğuran ilkeye uygun olup olmamasıyla değerlendirilmelidir. Ahlaksal eylemlerimiz, içimizdeki ahlaksal yasadan kaynaklanan, ödeve uygun eylemler olmalıdır. Bu herkes için geçerli bir yasasıdır çünkü kaynağını dışarıdan bir yerden değil, bizzat akıldan alır.

Teorilerin gri rengiyle bakınca karar vermek kolay gibi görülebilir fakat ahlaksal bir varlık olan insan için ahlaki eylemlerin genel bir doğrusu olmadığı için ahlaksal iyiyi seçmek o kadar da kolay değildir.

Dizide uzun uzun yer verilen ünlü tramvay ikilemi de farklı etik görüşler açısından tartışılabilir. Problem özetle şöyledir, hızla gitmekte olan bir tramvay raylar üzerinde duran ve kaçamayacak durumda olan 5 kişinin üzerine doğru hızla gitmektedir. Siz rayların ayrıştığı noktada güvenli bir durumdasınız ve tramvayın yolunu değiştirebilecek durumdasınız. Fakat eğer tramvayın yolunu değiştirirseniz yeni girilen yolda bu defa yine kaçamayacak durumda olan 1 kişi vardır. Bu durumda ne yapardınız? Tramvayın yolunu değiştirip bir kişiyi feda ederek 5 kişinin hayatını kurtarır mıydınız? Yoksa hiçbir şey yapmayıp, 5 kişinin zaten olacağı gibi ölmesini mi izlerdiniz? Bu ikilem farklı varsayımlarla çeşitlendirildiğinde probleme yanıt vermek giderek zorlaşır ve çıkmaza girer.

Ahlaki problemlerin kesin bir doğrusu yanlışı yoktur, yaşananlar bize göstermektedir ki, insanlar bir problemle karşılaştıklarında öyle ya da böyle bir tercih yaparlar. Bu tercihlerin sonucu her zaman iç açıcı olmayabilir.

Bazen seçim yapmak zorunda kalmak ya da hayatın her zaman önümüze seçimler koyması bizi varoluşsal problemlere de itebilir. Burada "İnsan özgürlüğe mahkumdur" diyen Sartre’ı hatırlayalım, seçimlerimiz aynı zamanda ağır bir sorumluluğu beraberinde getirir. Bazen tereddütsüz en doğru gibi görünen seçimlerimiz bile sonraki yaşantımızda bizim için vicdani bir yüke dönüşürler. Ahlak teorileri de bize genel geçer bir formül vermekten uzaktırlar.

Dizide "iyi yer" ve "kötü yer" sık sık birbirine karışır, tıpkı "iyi insan" veya "kötü insan" olmanın birbirine karıştığı gibi. İnsanın ahlaksal bir varlık olması ya da "ahlak" diye bir mefhumun olması zaten bu iç içelikten ötürü değil midir? İnsan mutlak olarak ne iyi ne de kötüdür, onu "ikili" bir varlık olarak tanımlamak daha doğru görünüyor. İyi ve kötü davranmak, iyi veya kötü olmak insana özgü bir durumdur, doğada ne iyi ne de kötü vardır çünkü.

Ölüm sonrası için düşünülen cennet ve cehennem de insandaki bu ikiliğin bir yansıması gibidir, hem cennet hem cehennem, hem iyi hem kötü yer içimizde aslında.

Kalın sağlıcakla…